5. Duruşma Günü Tutanağı – 4 Haziran 2013

0

Yeni duruşma günü yine savunma tarafının çeşitli nedenlerden dolayı davanın takipsizliği ya da ertelenmesine dar sundukları dilekçeklerle başladı. Bu dilekçelerin hepsi reddedildi. Akşamüstü sanık Carsten S.’in beklenen ifadesi geldi. S. herşeyden evvel yaşam öyküsünden ve özellikle de cinsel kimliğiyle bağlantılı olarak sağ camiaya girip çıkışından bahsetti. Carsten S., Ceska’nın üçlüye teslim ediliş sürecini de anlattı ama nedenler ve  sonuçlar üzerine pek bir şey söyleyemedi. Bir insanın nasıl olup da susturuculu bir silahı “onunla kötü bir şey yapılmayacağı” inancıyla diğer Neonazilere teslim ettiği ise anlaşılmazlığını koruyor.

Saat 9:45’e doğru sanıklar salona girdiler. Carsten S. ve Holger G. kendilerini daha önce olduğu gibi kameralardan sakladılar. Kısa süre sonra mahkeme heyeti salona girdi. Yoklamanın ardından – André E.’nin avukatı Freitag’ı temsilen avukat Hedrich oradaydı- başhakim, Yüksek Mahkeme Kurulu’nun kararlarını okudu.

Beate Zschäpe’nin savunmasının davaya ara verilmesine dair sunduğu dilekçe reddedildi. Bu dilekçenin arka planı iddiaya göre NSU araştırma heyetlerinin tutanaklarına erişimin kısıtlı olmasıydu. Götzl’e göre davaya ara verilmesi için herhangi bir gerekçe yoktu. Savunmanın tutanakları incelemek için yeterince zamanı olmuştu.

Zschäpe’nin savumasının, NSU olaylarında eyalet savcılıkları tarafından üstlenilen davaların dosyalarına dair verdiği dilekçe de reddedildi. Dosyalar Federal Başsavcılık’ta incelenebilirdi. Zschäpe’nin savunması müdahil dava avukatlarının aksine bunu değerlendirmemişti. Net olarak buradaki davayla ilgili olmayan dosyalar başka kişilerin haklarını da ilgilendiriyordu ve yalnızca süregiden dava için bir önem arz etmeleri durumunda talep edilebilirlerdi. Daha başka dosyaların davayla ilgili görülmesi halinde sanıklar başvuruda bulunabilirdi, ama bugüne kadar böyle bir şey olmamıştı.

Ralf Wohlleben’in avukatı Nicole Schneiders’in dosyaların incelenmesindeki yetersizlikten dolayı davanın ertelenmesine dair verdiği dilekçe de reddedildi. Dosyalar eksiksiz şeklde incelenebiliyordu. Beate Zschäpe’nin Jena’daki konumuna dair eksikliği eleştirilen dosya unsurları da belgelenmişti. Fotoğraflar ve adli emanete alınan eşyaların asılları da şüphe halinde incelenebiliyordu. Basına göre NSU’nun kendini ifşa etmesinden önce soruşturmayı yürütenleri suçun işlendiği Ceska silahına ulaştıracağını söylemiş olan “Mehmet” adlı birine ve basında Heilbronn’da polis memuresi Michèle Kiesewetter’in cinayet mahallinde bulunduğu söylenen Mevlüt Kar’a dair belgelerin, Federal Savcılık’a göre sanıklarla bir bağlantısı yoktu. Ancak bu belgeler şüphe halinde Federal Savcılık’ta incelenmeye açıktı. Schneiders burada çoktandır yanlışlığı kanıtlanmış, ama komplo teorileriyle ilgilenen çevrelerde dolaşımda bulunan bilgileri dayanak gösteriyordu.

Ardından Ralf Wohlleben’in avukatı Schneiders’in, müvekkilline karşı yürütülen davanın iddia ettiği medyatik ve politik peşin hükümden dolayı takipsizliğine dair talebi reddedildi. Götzl, “adil ve hukuk devleti ilkesine uygun bir dava yürütülmediğine dair bir delil yok” dedi. Wohlleben’in savunmasının argümanları somut olmak yerine “teorik düşüncelere kısıtlıydı” ve Yüksek Mahkeme Kurulu’nun etki altında kaldığına dair makul dayanakları yoktu.

Bunun ardından Zschäpe’nin avukatı Stahl’ın Fedaral Savcılık avukatları Diemer ve Greger’in davadan alınmasına yönelik dilekçesi de reddedildi. Savcılığın görevinden alınması böyle bir nedene dayandırılarak gerçekleştirilemezdi. Bir savcının kusurlu bulunan davranışı adil bir dava sürecini imkansız kılacak kadar etkili olmalıydı. Eyalet savcılıklarının dosyalarına başvurulmamış olması ya da başsavcı Greger’in Federal Yüksek Mahkemesi’nde Beate Zschäpe’nin mevcudiyeti hakkındaki subjektif yorumları “nesnelliği ağır ve kalıcı şekilde zedelemiyordu.”

Götzl ayrıca dosyalara daha kolay bir erişimin mümkün olup olmadığı sorusunu araştırma komisyonlarına ilettiğini de belirtti.

Ardından Zschäpe’nin avukatu Sturm davanın takipsizliğine dair dilekçesini okudu. Ona göre “çözümü olmayan bir duruşma engeli” sözkonusuydu. Üç noktadan bahsetti:
Öncelikle müvekkiline dair bir peşin hüküm süreci vardı ve bu durum suçsuzluk ilkesine zarar veriyordu. Ancak Sturm bunu, muhtemelen kendini Wohlleben’in avukatının halihazırda reddedilmiş olan dilekçesinden ayırmak için doğrudan medyaya bağlamak yerine ceza takibi mercilerinin söylemlerine ve devlet organlarının temsilcileri olarak politikacılara bağladı.

Federal Başsavcılık ve Federal Kriminal Dairesi Başkanı Ziercke de, bu durumu açıklığa kavuşturacak olan ana duruşmanın öncesinde Beate Zschäpe’yi NSU’nun ya da bir terör üçlüsünün üyesi olarak tanımlayan ifadelerde bulunmuşlardı ve‘sanılan’ sözcüğünü kullanmamışlardı. Devamında polis memurları da peşin hükümlü soruşturmalar yaptılar: “Bu kişiler veya terör üçlüsünün üyeleri size medyadan tanıdık geliyor mu?”

Bunu takiben görev esnasında yine peşin hükümlü söylemlerde bulunan, örneğin “terör üçlüsünün üyeleri”nden bahseden ve “sanılan” sözcüğünü kullanmayı unutan politikacılardan alıntılar yapıldı. Şahitler ve özellikle de kriminal memurlar, bu peşin hükümlerle bağlantılı olarak müvekkilinin mahkum edilmesine yardımcı olma baskısı altında kalıyorlardı. Burada başka örneklerin yanında Alman Polis Sendikası başkanı Rainer Wendt’in bir TV programında kendisiyle yapılan bir konuşmada memurların amirlerinin hoşuna giden hipotezleri doğrulama konusunda bir başarı baskısı altında kaldıkları yönündeki iddiasını dayanak gösterdi.

İkinci noktaysa sanıkların çevresinde pek çok muhbir bulunmasıydı. Ancak bu konu hakkında yalnızca Anayasayı Koruma Dairesi yetkilileri tarafından kısıtlamaya tabi tutulan bilgiler vardı. Savunma örneğin Beate Zschäpe, Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos’un içinden çıktığı Thüringen Vatan Koruması (THG)’nın organizasyonu ve gelişiminde rolü olan muhbirleri gözünde canlandıramıyordu.

Son nokta olaraksa daha başka yetkililerin de belgeleri yok ettiğini söyledi. Bu belgelerin dava için önem arz edip etmediğini anlayabilmek artık mümkün değildi. Davayla ilgili olması muhtemel daha fazla dosyanın “gizlendiğinden” de bahsetti. Bu esnada Baden-Württemberg Anayasayı Koruma Eyalet Dairesi’nin Federal Meclis’in soruşturma komisyonuna çok kısa süre önce sunulan ve “Krokus” ismindeki bir muhbire dair dosyalarını da örnek gösterdi. Gizli servis ve devlet görevlilerinin NSU olaylarıyla fiili bağlantıları, savunmaya yine müvekkillerini aklama ya da en azından aklamayı deneme imkanını verdi.

11:30’a doğru diğer dava katılımcılarının ifadelerini hazırlaması için öğlen arası verildi.

13:20 gibi Federal Başsavcılık’tan Herbert Diemer’in ifadesiyle devam edildi. Diemer adil bir duruşma ihlalinin davayı otomatik olarak değil ancak ekstrem durumlarda sonlandırabileceğini belirtti. Soruşturmacıların ‘entrika’ olarak da tabir edilen manipüle edici bir davranışı bile otomatik olarak davanın takipsizliğine yol açamazdı. Üstelik dosyaları gerçekten de iyi bilenler Federal Başsavcılığın suçsuzluk ilkesini her zaman göz önünde bulundurduğunu da biliyorlardı. Sanıkların gereksiz bir teşhiri asla söz konusu olmamıştı. “Terör üçlüsü” gibi tanımlar, kısa zamanda isim verilmesi gereken karmaşık olaylara o esnada suçsuzluk ilkesi de göz önünde bulundurularak verilen sloganvari kısaltmalardı. Muhbirlerle ilgili olaraksa: Federal Başsavcılık’ın soruşturmalarının merkezinde işlendiği iddia edilen suçlar ve suçlananlar vardı, başka birşey değil. Kişiler sorgulama için önem arz ediyorlarsa sorgulanıyorlardı. Geri kalan her şey spekülasyondu. Dosyaların ortadan kaldırılmasıyla ilgili olarak da : İlgili dosyalarda dava için önem arz eden şeylerin bulunduğuna dair hiçbir dayanak yoktu.

Müdahil davadan bir kaç avukat ifade vererek dilekçenin reddedilmesini talep ettiler. Sturm’un tasvir ettikleri daha çok delil iddiası idi. İddialar ana duruşmada aydınlığa kavuşacaktı. Soruşturma baskısıysa meselenin doğasında vardı. Avukat Lunnebach’ın sonradan gelen ve NSU’nun bir üçlüden daha fazlası, “belki çok daha büyük ve tehlikeli bir şey” olup olmadığına dair sorusu ana duruşmada açıklığa kavuşturulacaktı.

Avukat Olaf Klemke, Wohlleben’in savunması adına avukat Sturm’un dilekçesine katıldı.

Ardından 6 Nisan 2006’da Kassel’de öldürülen Halit Yozgat’ın ailesinin müdahil dava avukatı Kienzle bir dilekçe sundu. Dilekçede mahkemenin salonda Federal Kriminal Dairesi, Eyalet Kriminal Dairesi veya Anayasayı Koruma Dairesi’nden memurların bulunup bulunmadığını, resmi dairelerden olası dava gözlemcilerinin görevlerinin yine bu dairelere delil sunmaya yönelik bir bilgi transferinden ibaret olup olmadığını ve bu durumun gerekirse bu dava gözlemcilerinin dışarda bırakılmasına neden olup olmayacağını tespit etmesi istendi. Federal Kriminal Dairesi’nin Federal Savcılık’la anlaşarak böyle gözlemcileri göndereceğine dair ifadeleri bunun ardındaki sebepti. Bu durum sözkonusu resmi dairelerden şahitlerin, örneğin kriminal polislerin etkilenmesine yol açabileceğinden engellenmesi gerekliydi.

Götzl buna karşılık “Bana böyle gözlemcilerin başvurmadığını bildiririm” dedi. Kienzle böyle birşeyin gerçekleşmesi halinde haber verip vermeyeceğini sordu. Götzl “İfadelere dair herşeyi benden öğreniyorsunuz, öyle değil mi?” dedi. Zschäpe’nin ve Wohlleben’in avukatları dilekçeye katıldılar. Götlz izleyici locasına dönerek orada böyle dava gözlemcilerinin bulunup bulunmadığını sordu. Kimse cevap vermedi.

13:50 civarı yeniden ara verilip 14:20’de duruşmaya tekrar başlandı.

Avukat Sturm önceki dilekçeyi tamamlayıcı olarak, sözkonusu resmi dairelerin resmi şekilde bilgi vermelerinin istenmesini talep etti. Heer bunun bundan böyle her gün duruşma başlangıcında izleyicilere sorulmasını istedi. Götzl dilekçelerin sunulmasının o günlük sona erdiğini söyledi. RA Heer yine de izleycilere sormanın yeterli olmayacağına dair acil kararını talep etti. Yeniden 20 dakikalık bir ara verildi. Ardından Götzl dilekçelerin reddedildiğini söyledi. Heer buna itiraz ederek mahkeme heyetinin karar vermesini talep etti. Yine bir ara verilmesinin ardından karar bildirildi: Götzl’ün kararı onaylandı. Kamu ilkeleri buna izin vermiyordu. Şahitlerin etkilenmesi için bir dayanak yoktu, gözlemcilerin tutumlarına dair ileri sürülenler tahminden öte bir şey değildi.

Yavaş yavaş ilk sanığın ifadesine geçildi. Carsten S. konuşacaktı. Ama öncesinde Heer, Carsten S. ve Holger G.’nşn ifadelerinin (özellikle müvekkiline yöneltilen suçlamayla ilgili olarak çok önemli ifadeler olmalarından dolayı) kelimesi kelimesine tutanağa geçilmesini talep etti. Sadece içerik değil tam metin de önemliydi. Götzl dilekçeyi tam metnin gerekli olmadığı kararıyla reddetti. Zschäpe’nin ve Wohlleben’in avukatları Yüksek Mahkeme Kurulu’nun karar vermesini talep etti. 15:30’da on dakikalık bir ara verildi. Ardından sanık Carsten S. bu davanın ilk ifadesini verdi. S. öncelikle daha çok kendi anlattı. Hakim Götzl nadiren soru sordu.

Ardından sıra S.’in yaşam öyküsü ve yaşam koşullarına geldi. S., 1980 yılında babasının o dönemde çalışmakta olduğu Yeni Delhi’de dünyaya gelmişti. Belgrad’da yaşadığı dönemin ardından dört yaşında Jena’ya geldi. Önce Lobeda, sonra da Winzerla bölgesinde oturdu. 1996 yılında ortalama bir başarıyla ortaokuldan mezun olmasının ardından Hannover’deki Springe’de başladığı pastacılık eğitimine de üç ay sonra son verdi. Ardından 1999 yılına kadar Thüringen’de motorlu araç vernikleme üzerine öğrenim gördü. Öğreniminin ardından bir sene boyunca Jena’da çalıştı. Öncelikle bir geçici iş firmasındaydı. Ardından lise mezuniyet sınavını sonradan vererek 2003 yılında Nordrhein-Westfalen’a sosyal pedagoji okumaya gitti. Önce Köln’e komşu olan Hürth’de, ardından de eğitim gördüğü Düsseldorf’da yaşadı. Orada üniveritenin ve  meslek okulunun eşcinsel derneğinde, sonra da AIDS-yardım derneğinde gönüllü olarak çalıştı. AIDS-yardım derneğinde ve ayrıca gay/lezbiyen bir gençlik merkezinde de daha sonra çalışmaya başladı. 2009 yılında mezun oldu.

İfadesinde ailesiyle ve kız kardeşiyle olan ilişkisinin yanında öncelikle itiraf edemediği eşcinselliğine değindi. 13 yaşında “birşeyerin yanlış olduğunu” anlamıştı. Ancak ilk olarak bunun yanlış olduğunu düşünüp bastırmıştı. Kendine arkadaşlar edindiği Springe’den ailesinin zoruyla Jena’ya dönmesinin ardından Springe’de üzerine düşünmekte olduğu eşcinselliğini açıklama konusunu yeniden bir kenara itmişti. 2000 yazında  ilk olarak sadece kız kardeşi ve az sayıda arkadaşına itirafta bulunmuştu, Nazi camiasından kimseye değil.

Ardından sıra Nazi camiasına girişine geldi. Eisenach’daki çırak yurdunda camiadan  biriyle tanışmıştı. Orada “Zillertalli Türk Avcıları”ndan bahsediliyordu. Bu camiayla ilk temasıydı. Springe’den dönüşünün ardından diğer bir kontağı olan ve NSU ile bağlantılı olarak  ayrıca aranan André K.’nın kardeşi ve okul arkadaşı Christian K. ile tanıştı. Ardından Nazi yürüyüşlerine katılmasından ve 1997 yılı Mart ayında Münih’te düzenlenen “İmha savaşı. Nazi Dönemi Alman Ordusu’nun Suçları” sergisine karşı yapılan yürüyüşe katılımından bahsetti. Bu gösteriler onu çok etkilemişti. Ancak o zamanlar camiadaki bağlantıları o kadar güçlü değildi. 1997 yılının sonunda Christian K. ile  bir kez daha buluştu ve Andre K. dahil çok sayıda Neonazi ile tanıştı. Genç Ulusal Demokrat’ların (JN) 18 Ekim 1997 tarihinde Fürth am Wald’da düzenledikleri bir kongreyi hatırlıyordu. Onlarla yakınlık kurmuş ve hatta Jena’daki “Madley”  isimli dükkandan uygun kıyafetleri tedarik etmişti. Gerçekten de çok hızlı şekilde “yükselmişti.” Önce 1999 yılında NPD’nin Bölge Birliği’nde Ralf Wohlleben’in altında Başkan Vekili, ardından JN’nin üs yöneticisi, Şubat 2000’de JN’nin Federal Yönetici Vekili ve 2000 ortasında nihayet Thüringen’de JN’nin Başkan Vekili olmuştu. Asıl başkan olmaya ise karşı çıkmıştı.

Carsten S. camiadan ayrılışını olası bir eşcinsellik itirafı ile ilişkilendiriyor. Şüpheler 1999’da ortaya çıkmaya başlamıştı. 2000 yılının Ağustos ayında yaklaşmakta olan Rudolf Hess eylem haftası nedeniyle 10 gün süreyle güvenlik hapsine alındığında şüpheler artmıştı. Serbest bırakılmasının ardından gittiği Wohlleben onunla neden yakayı ele verdi diye dalga geçmişti. Bardağı taşıran son damla Wohlleben’in başka bir sözü olmuştu: “Birisi hakkımda eşcinsel olduğumu söyleseydi,  bundan tiksinirdim” demişti. Bu belki de bir tesadüftü bu, ama ne olursa olsun S. o noktada anlamıştı: “Bunlar benim insanlarım değil.” 2000 yılı Eylül ayında Wohlleben, K.’ye ve JN’den gençlere ayrıldığını açıkladı. Yine de “gençlerine” duyduğu sorumluluk duygusundan ötürü Nazi camiasının düzenlediği iki etkinliğe daha gitmişti.  Sachsen-Anhalt’taki bir JN bölgesel konferansına katılımını okuduğu bir dava dosyası sayesinde hafızasında canlandırdı.

Sürekli belgelere dayanıp hafızasını internetteki videolar ya da fotoğraflar vasıtasıyla tazelemeye çalışıyordu. Anılarını korumak için sarfettiği gözle görülür çaba inandırıcıydı.  Ancak kendi rolüyle ilgili konularda göze çarpar sıklıkta unuttuğu ya da tam olarak hatırlayamadığı şeyler oldu. NPD ve JN’dkei kariyerini sanki o görevler büyük oranda ona denk gelmiş gibi anlattı. Ne herhangi bir yerde konuşmacı olarak sahneye çıktığını ne de kendini bu görevler için önerdiğini hatırlıyordu. Faaliyetlerini de hayal meyal hatırlıyordu. Bir görevli olarak rolü böylece büyük oranda belirsiz kaldı.

Uwe Böhnhardt, Uwe Mundlos ve Beate Zschäpe ile ortadan kaybolmalarından önce üç kez iletişim kurmuştu. Bir kez Beate Zschäpe’nin evinde, Uwe’lerden biri de oradayken. Bir kez bir gençlik kulübünde ve bir kezse kendi evinde…Bunun dışında Uwe’lerden biri Münih’teki protesto gösterisinde de mevcuttu. Kendisi de görünüşe göre Erfurt’ta 17 Ocak 1998’de gerçekleşen ve Beate Zschäpe’nin de katıldığı bir yürüyüşe katılmıştı. Bunları internetteki yürüyüş görüntülerinin yer aldığı bir ‘Günün Konuları’ videosu aracılığıyla hafızasında yeniden canlandırabildi.

Ortadan kaybolmalarının ardından bağlantı Wohlleben aracılığıyla gerçekleşmişti. Wohlleben, S. ve André K.’dan yardım istemişti ve Mundlos, Böhnhardt ve Zschäpe ile bağlantıyı sürdürüyor olmalıydı. Telefon aracılığıyla iletişim kurmuşlardı. Ortadan kaybolanlar bir cep telefonunun telesekreterine konuşmuşlar ve S.’ye hangi saatte hangi telefon kulübesinden onu arayacaklarını söylemişlerdi.

Eğer telesekreterde hiçbir mesaj olmasaydı, her şey yolunda olacaktı. İlk telefonlaşmalarda Wohlleben oradaydı, sonrasında onu her seferinde konuşmaların içeriği hakkında bilgilendirmesi gerekmişti. Hatırladıklarına göre her zaman veya en azından çoğunlukla Mundlos ve Böhnhardt da telefondaydı. İkisini de duymuştu. Bir seferinde Zschäpe de hattın diğer ucundaydı. Destek faaliyetlerinin başlangıcını 1998 yılının sonu olarak belirtti.

Zschäpe’nin evine Jürgen H. ile birlikte zorla girdiklerini, ortadan kaybolanların adına çalınan dosyaların yokedilişini ve Wohlleben’la birlikte üçlü için teşebbüs ettikleri ama başarısızlıkla sonuçlanan motorsiklet hırsızlığını anlattı. Konu sonunda on cinayetten dokuzunda kullanılan silah Ceska 93’e geldi. 2000 yılında mart ayı civarında iki Uwe mümkünse Alman üretimi olan bir hafif silah ve cephane talep etmişti. Ardından gittiği Wohlleben ona “Madley” isimli dükkanın işletmecisi Andreas S.’e gitmesi gerektiğini, onun böyle bir şey tedarik edebileceğini söylemişti. Yaklaşık 1 hafta sonra Andreas S. silahı bulmuştu bile, ancak bu susturuculu bir Çek Ceska’sıydı. Wohlleben’den onay gelmiş ve o da silahı tedarik etmişti. Fiyatını hatırlamıyordu. Her ihtimalde silahı öncelikle geçici olarak kendisi saklamıştı çünkü ortadan kaybolanların direktifi üzerine onu Chemnitz’e getirmesi gerekiyordu. Ancak öncelikle Wohlleben’e getirip görüşünü aldı ve Wohlleben silahın susturucusunu taktı. O esnada giydiği deri eldivenleri hatırlıyordu. Silahı tren ile Chemnitz’e getirdi. Mundlos ve Böhnhardt onu havalanında karşıladılar. İkisinden biri ona üzerinde ACAB (All Cops are Bastards = Tüm Polisler Pisliktir) yazan t-shirt’ünü çıkartması gerektiğini söyledi. Çok fazla göze çarpıyordu. Ardından hep birlikte bir kafeye gittiler. Zschäpe de oraya geldi.

Orada konu S.’nin kabul etmesi gereken vekaletnamelerin imzalanmasıydı. İmzadan sonra kalktılar. Ardından Mundlos ve Böhnhardt onu bir çeşit harabe eve götürerek silahın teslimini gerçekleştirdiler. İkisinden biri susturucuyu vidaladı. Sonrasında birisi trafından rahatsız edilince gittiler. Silahla ilgili net konuşmaları hatırlayamıyordu. “Bay Weingarten (Federal Savcılık’tan) bana bunu da sordu, ama “gayet normal” olduğunu söyledim.”

Konu tekrardan silahın susturucusuna ve onun ortadan kaybolanlar tarafından talep edilip edilmediğine geldi. S. bunu hatırlayamıyordu. Daha çok silahı tedarik edenlerin başka bir silah bulamadıklarından yola çıkıyordu. Yalnız hatırladığına göre Mundlos ve Böhnhardt  buna şaşırmıştı. Üçlünün silahla ne yapacaklarını hiç düşünüp düşünmediğini soran Götzl’e: “Bunu o zamanki ifadelerden beri hatırlamaya çalışıyorum ama bu – Bir şekilde kötü bir şey olmayacağını düşündüğümü hatırlıyorum. Üçüyle ilgili iyi hislerim vardı, bir sorunları olmadığını düşünmüştüm, hemen hemen böyle.”

Kapanışta yeniden olayların öncesi ve S.’nin üçlünün neden ortadan kaybolduğunu bilip bilmediği konuşuldu. Bunu her şeyden önce medya ve basından, ama belki de Wohlleben’dan öğrenmişti. Bu konu hakkında emin değildi.

Götzl 18:36’da duruşmayı sonlandırdı.