369. Duruşma Günü Özet Tutağı – 21 Haziran 2017

0

Bugünkü duruşma gününde ilk olarak Wohlleben’in savunmasının sunduğu, bir yandan NSU’nun eylemlerini apolitikleştirmeye diğer yandan Wohlleben’in olaylarda bir sorumluluğu olmadığını göstermeye çalışan delil dilekçesi ele alındı. Dilekçe diğer şeylerin yanısıra özellikle, Mundlos’un ve Böhnhardt’ın cinayetleri “öldürme arzusu” ile işledikleri ve Wohlleben’in bu konu hakkında bir bilgisi olamayacağı iddiası etrafında dönüyordu. Bu yüzden bir bilirkişi çağrılmasını istiyorlardı. Ardından müdahil davacı avukatları NSU’nun kaldığı evlerden biri hakkında bir delil dilekçesi sundu. Duruşma gününün sonunda Hakim Götzl, Pinocchio kod adlı muhbir Stephan Lange hakkındaki delil dilekçesini reddetti.

Saat 13’te başlaması planlanan duruşmaya tam olarak saat 13:13’te geçildi. Yoklamadan sonra Götzl: “Açıklamalar ile devam edeceğiz, kim başlamak ister?” diye sordu. Wohlleben’in avukatı Klemke, Wohlleben’in savunmasının delil dilekçesine dair Federal Başsavcının dünkü açıklamasına karşı bir cevap okudu: Federal Başsavcının yorumları başından itibaren yanlıştır. Onun iddianamede öne sürdüğü hipoteze göre Böhnhardt ve Mundlos Ceska Serisi denilen cinayetleri yabancı düşmanlığı nedeniyle işlemişlerdir. Federal Başsavcı, Ceska Serisinin dokuz cinayetinde izlenen model ve bu cinayet serisi sürecinde gerçekleşen metot değişimi dikkate alındığında, öldürme arzusunun cinayetlerin karakteristiğine diğer daha düşük seviyedeki saiklerden çok daha yakın olduğunu tamamen göz ardı etmektedir. Federal Başsavcı, öldürme arzusunun kökeninde Böhnhardt v’ın Mundlos’un antisosyal kişilik bozukluğunun yattığını da dikkate almamaktadır. Öldürme arzusunun cinai karakteristiği açısından, fail için öldürmenin kendisi amaçtır.
Ana dava duruşması yeraltına inilmesinin ardından Mundlos ve Böhnhardt ile Bay Wohlleben arasında özelllikle yakın bir ilişki bulunduğuna dair hiçbir kanıt sunmamıştır. Aralarındaki ilişki, kaçak yaşamın başlanmasının ardından diğer tanıdıklarla kurdukları ilişkilerden daha farklı değildir. Böhnhardt’ın ve Mundlos’un kaçak yaşamları nedeniyle kendileri ve Bay Wohlleben arasında sadece birkaç telefon görüşmesi -1998 yazından itibaren Carslten Schulze telefonla iletişimi sürdürmüştür- ve iki yüz yüze buluşma gerçekleştirilmiştir. Bu tehlikenin üçüncü kişiler tarafından fark edilebilir olmadığını gösterdik. Bilirkişinin dinlenmesinin ardından bunun Bay Wohlleben için de geçerli olup olmadığına, Mahkeme Heyetinin kendisinin karar vermesi gerekecektir.

Klemke ardından, delil dilekçesinde bilirkişinin şu delil maddeleri konusunda dinleneceğinin yer aldığını açıkladı: 1. Mundlos ve Böhnhardt antisosyal bir kişisel bozukluktan, bu anlamda bir psikopatik kişisel bozukluktan muzdariptirler; 2. Ceska cinayetleri bu kişisel bozukluk nedeniyle işlenmiştir; 3. psikopat olarak üçüncü kişilere karşı sahtekar ve manipülatif davranışlar sergilemişlerdir ve bu durum kendini üçüncü kişilerde normal ve zararsız bir izlenim bırakmış olmaları olgusunda ortaya koymaktadır; 4. Bu aldatmaca sebebiyle üçüncü kişiler Böhnhardt’ın ve Mundlos’un en ağır suçları dahi işleyebileceklerini öngörememişlerdir. Zschäpe’nin savunmasından Avukat Heer “Bayan Sturm ile ben Wohlleben’in savunmasının biraz önce yaptığı açıklamayı uygun buluyoruz ve delil dilekçesinin 2 ve 3 numaralı detaylarına katılıyoruz.” dedi.

Götzl: “Yeniden düzenlenen dilekçeye dair açıklamalara şimdi mi devam edelim?” diye sordu. Weingarten: “Dünküne ek olarak şu da ekleniyor: Bunun bir önemi yoktur çünkü ruhsal hastalık teşhisinden faillerin saiklerine, en azından eylemlerin ardında yatan saiklere dair çıkarsama yapılamaz.”
Müdahil Davacı Avukatı Narin, savunmanın argümanlarının sapkın, insanlık karşıtı bir ideolojinin tanımı olarak özetlenebileceğini söyledi: Bu, ırkçılıktır ve nasyonal sosyalizm ideolojisidir. Tanımlanan semptomlar tam olarak bu ideolojinin ifadeleriydi. Yüksek özgüven duygusu bir ulusa ait olmakla bağlantılandırılmıştı. Kişiler korkaklıktan kendilerini emniyete almıştı ve ifşa olmamak için dışarıya orta sınıf yaşam izlenimi verilmişti: “Burada gerçekleştirilen 360 günlük delil değerlendirilmesinden buna dair apaçık bir fikir edindik.” Götzl: “Bu durumda bugün başka dilekçe sunulacak mı?” diye sordu.

Müdahil Davacı Avukatı Bayan Catic-Redemann, aynı zamanda Avukat Reinecke adına da olmak üzere, 1. Heisenberg Caddesindeki daire için “kirada indirim anlaşması”nın okunmasını 2. Tanık Nadine L. ve Tanık Günter Fiedler’in sorgulanmasını talep eden bir dilekçe sundu. Buna dayanak olarak şunları sıraladı:
1 numaralı delil, üçlünün kapsamlı başlangıç tadilatı yapılması karşılığında hatırı sayılır bir kira indirimi aldığını gösterecektir. 2 numaralı delil, Heisenberg Caddesindeki dairede geçici olarak inşa edilen kapılı bir ayırma duvarına dair hiçbir iz bulunmadığını, aksine, duvar boyası yenilemesinin de yapılmadığını ve aynı şekilde yıpranmış yer döşemesine ve tavanlara da dokunulmamış olduğunu gösterecektir. Tanık Fiedler de kendi bilgisi dahilinde, dairede bir ayırma duvarı bulunmadığını onaylayacaktır.
Hem delil iradının uygunluğunun hem dilekçenin hazırlanma tarihinin temelinde, sanık Zschäpe tarafından 20.06.2017 tarihinde ileri sürülen, böylelikle çürütülecek olan, iddian yatmaktadır.

Müdahil Davacı Avukatı Langer: “Konuyla ilgili olarak, Zschäpe’nin ilk savunmasının 13. Sayfasında, iddianamedeki daire tanımının doğru olduğuna atıfta bulunulduğunu ve orada dairenin tam olarak üç odalı daire şeklinde tanımlanmış olduğuna dikkati çekmek isterim. Yani o tarihte yanlış bilgi kullanılmasına itiraz edilmemiştir.” Zschäpe’nin Avukatı Grasel: “Çünkü şu anda, dairelerin her birinin adreslerinden başka bir şey içermeyen o tarihteki savunmanın 13. sayfasına dair imada bulunmaktasınız.” Götzl: “Bayan Zschäpe, bu açıklama size mi aittir yoksa Avukat Grasel’e mi?” Mikrofon açılmamış olduğundan Avukat Grasel’in cevabı önce anlaşılmadı, ardından Grasel: “Orada konunun ‘zaman çizelgesi’ olduğu açıktır. Oda sayısı, boya veya duvar veya herhangi başka bir şey hakkında bir ifade bulunmamaktadır.”

Ardından Götzl şu kararı açıkladı; 1. Wohlleben’in savunmasının, Pinocchio kod adlı muhbir Stephan Lange’ye dair Anayasayı Koruma Dairesinde ve Berlin Eyalet Kriminal Dairesinde bulunan dosya bileşenlerinin getirtilmesi yönündeki ve 2. Faklı müdahil davacı avukatlarının, a. muhbir Lange’den alınan, Mundlos’a, Böhnhardt’a ve Zschäpe’ye sağlanan para, kimlikler, daireler ve silahlar, üçlünün ikamet ettiği mekan, NSU’nun varlığı ve üçlünün birbirleriyle ilişkileri hakkındaki bilgileri içeren BKD’de ve AKD’de bulunan dosyaların getirtilmesi yönündeki b. B&H yapılanmalarının dostluk derneği camiası ile yakınlığı ve ortak çalışması ve C18’in ideolojisi ile terör konseptlerinin tüm Neonazi camiasında yayılmasına dair bilgileri içeren dosya bileşenlerinin getirtilmesi yönündeki, c. müdahil davacıların bu dosya bileşenlerine erişiminin sağlanması yönündeki ve d. Lange’yi 2000’den 2011’E kadar yönetmiş olan AKD muhbir yöneticisinin araştırılması, çağrılması ve yukarıda bahsedilen Lange’nin mesajlarının içeriğinin araştırılması yönündeki dilekçeler yürürlüğe konulmayacaktır. Buna gerekçe olarak aşağıdaki açıklamayı yaptı:
Dilekçe sahipleri tarafından gündeme getirilen konuların görülmekte olan davada önem kazanabileceği doğrudur. Ancak dilekçe sahiplerinin talep edilen dosyalarda bulunan materyallere dayanan iddialarının olgusal bir dayanağı yoktur, bunlar sadece tahminlere ve spekülasyonlara dayanmaktadırlar, dolayısıyla talep edilen dosyaların getirtilmesinden aydınlatıcı bilgi edinilmesini beklemek mümkün değildir.
Stephan Lange’nin muhbir olarak çalışmış olup olmadığı ve muhbir dosyalarının bu yüzden var olduğu dahi henüz kanıtlanmış değildir. Ancak dilekçe sahipleri, AKD’nin Lange’yi muhbir olarak yönettiğini “kabul ettiği”ni ileri sürmektedirler. Bu iddiaya dayanak olarak Tagesspiegel gazetesinin bir haberi sunulmaktadır. Haber şöyledir: “Anayasayı Koruma Dairesi, Blood and Honour’ın eski Almanya şefininin muhbir olarak çalıştığını bildirdi.” Fakat bu başlığın Federal Dairenin açıklamasına dayandığı sonucunu makaleden çıkarmak mümkün değildir. Tagesspiegel’in haberinin tümünde, Anayasayı Koruma Dairesinin bu yöndeki bir açıklamasıyla bağlantılandırılabilecek bir şey bulunmamaktadır. Burada sözü geçen sadece, “güvenlik çevrelerinin” Stephan Lange’nin 2002’den itibaren muhbir olarak görevlendirilmiş olduğunu açıkladıklarıdır.
Muhbir dosyaları varsayımı kabul edilse dahi Stephan Lange’nin sanıklarla ilgili olarak bir suç ve/veya bunun hukuki sonuçlarına dair gerçekten bilgi edinmiş olduğuna ve bunu muhbir yöneticisine iletmiş olduğuna dair ikna edici bir kanıt bulunmamaktadır. (1) Eğer dilekçe sahipleri Stephan Lange’nin Jan Werner’in bölüm şefi ve arkadaşı olması olgusunda, Werner’in Lange’ye bilgi vermiş olduğu iddiasına destek buluyorlarsa, bu tamamen spekülatiftir. Seviyesi tanımlanmamış bir arkadaşlık, bilgi verilip verilmediğine veya ne ölçüde bilgi verildiğine, özellikle de gizli bilgiler söz konusuysa, dair bir şey söylemez. Aynısı Stephan Lange’nin Blood and Honour örgütünde Jan Werner’in şube şefi olması olgusu için de geçerlidir. (2) Dilekçe sahipleri, Stephan Lange’nin varsayılan muhbirlik faaliyeti ve ülke çapında iletişim ağına sahip olması nedeniyle, 2002 yılında aşırı sağ camianın dergilerine ve organizasyonlarına gönderilen NSU mektuplarından ve bağışlardan haberdar olması gerektiği sonucuna varıyorlarsa, bu sadece dayanağı olmayan bir varsayımdır. Bunların gerçekten özel detaylar olması sebebiyle, ne kendisinin Neonazi camiası ile ülke çapındaki bağlantıları ne de yıllar boyunca yürüttüğü varsayılan muhbir faaliyeti Stephan Lange’nin sözü edilen bilgilere ulaşabileceğine dair yeterli kanıt sunmamaktadır. (3) Dilekçe sahiplerinin, muhtemel muhbir Stephan Lange’nin edindiği bilgileri muhbir yöneticilerine iletmiş olduğu da varsayıma dayanmaktadır. (4) Ayrıca bugüne kadarki dava dosyalarının içeriği ve ana dava duruşmalarının sonuçları dikkate alındığında, talep edilen muhbir dosyalarında dilekçe sahiplerinin belirttikleri bilgilerin ya da karar açısından önem arzeden bilgilerin bulunduğuna dair bir kanıt yoktur.

Götzl ardından Lange’nin Muhbir Yöneticisinin sorgulanmasına dair müdahil davacı dilekçesine geçti. Bu dahilde de bilgi sağlama zorunluluğu bulunmamaktaydı, çünkü:
a. Varlığı iddia edilen muhbir dosyalarında, görülen davada aydınlatmaya katkıda bulunabilecek içeriğin belgelendiğine dair bir kanıt bulunmamaktadır. Bu dahilde, yukarıdaki açıklamalara işaret edilmektedir.
b. Kendisinin varlığı da varsayıma dayanan olan Muhbir Yöneticisinin bu dosyalardan haberdar olduğuna dair, davanın başarıyla sonuçlanmasına olanak verebilecek bir kanıt da bulunmamaktadır.
c. Bu sebeple bilgi sağlama zorunluğu, Stephan Lange’nin muhtemel Muhbir Yöneticisinin soruşturulmasını, çağrılmasını ve sorgulanmasını gerektirmemektedir.

Duruşma günü saat 14:45’te sona erdi.

NSU Müdahil Davacıları bloğunun yorumuna buradan ulaşılabilir. https://www.nsu-nebenklage.de/tr/2017/07/01/21-06-2017/