NSU Davasındaki 22.11.2017 tarihli 390. Ana Duruşmanın Özeti.

0

Davadaki mütalaa süreçleri esnasında duruşma günlerine ait özetleri yayınlayacağız. Bunlarla ilgili söz konusu özet tutanaklara ise daha sonra yer vereceğiz.

NSU Davasındaki 22.11.2017 tarihli 390. Ana Duruşmanın Özeti.

390. duruşmada Dortmund’lu kurban Mehmet Kubaşık’ın ailesinin müdahil avukatları mütalaalarına devam etti. Elif ve Gamze Kubaşık ile Keupstraße’den bir müdahil, müdahil kişiler sıfatıyla mahkemede hazır bulundu. Seyirci kısmından pek çok izleyici davayı takip etti ve izleyici sıraları büyük ölçüde doluydu. Müdahiller ve avukatları, oldukça etkileyici bir kudret sergileyerek, davanın yanıtlayamadığı temel soruları konu edinip NSU davasının tarihsel anlamını ve hangi boyutlara sahip olduğunu ortaya koydular.

Avukat Ilius’un mütalaasının devamına geçilmeden önce Wohlleben’nin savunma makamının bir önceki gün mahkeme heyetinin, OStA Weingarten’ın görevinden alınması yönünde etkili olması için federal savcıya verdiği dilekçe konu edildi. Bununla ilgili olarak başsavcı Diemer, „ırkçı” ve “nasyonal sosyalist” kavramlarının, Antifa camiasına özgü kavramlar olmadığını açıkladı. Ayrıca kurumunun tarafsızlıkla değil aksine nesnellikle yükümlü olduğunu söyledi. Kısa bir aradan sonra mahkeme beklendiği üzere dilekçeyi reddetti ve Wohlleben’nin savunma makamı tarafından “davayla ilgili başka bir tedbirin görüşülmesi için” talep edilen aranın ardından saat 11:15’e doğru yeniden mütalaaya geçildi.

Avukat Ilius
, açıklamalarında öncelikle Dortmund Neonazi camiasına odaklanır ve bu camianın ekstrem derecedeki şiddet potansiyeli ile terörist yapısını ele alır. Cinayet masası, kovuşturmasını, Nazi camiası yönünde yapmış olsaydı hiç güçlük çekmeden Dortmund’daki Blood & Honour ve Combat 18 yapıları ile karşılaşacaktı. Ilius, Dortmund bölgesinde Neonazilerin işledikleri cinayetleri hatırlatır. 2000 Haziran’ında Thomas Goretzky, Yvonne Hachtkemper ve Matthias Larisch-von-Woitowitz adlı üç polis, akabinde hemen intihar eden Michael Berger tarafından vurulmuştur. 2005 Mart’ın da Thomas Schulz, Neonazi Sven Kahlin tarafından öldürülmüştür. Cinayetin ardından Dortmund’lu Neonaziler, el ilanlarında ve internette şu açıklamada bulunmuştur: „İktidara ilişkin soru memnuniyet verici bir şekilde tarafımızdan yanıtlandı. Dortmund bizim kentimiz.“ Aynı şekilde kimin Dortmund’da yaşayıp yaşayamayacağını belirleme iddiasına NSU da sahipti. Ilius, pek çok örnekle Dortmund’lu Neonazilerin NSU’yu destekleyen çevre ve Thüringen ile olan bağlantılarını ortaya serer. Dortmund’lu Blood & Honour- ve Combat 18-Camialarının merkezi figürlerini Marko Gottschalk, Sebastian Seemann ile Beate Zschäpe’nin mektup arkadaşı Robin Schmiemann oluşturmaktadır ve aynı şekilde militan „Oidoxie Streetfighting Crew“. İdeolojik açıdan Dortmund’lu Combat 18-hücre örgütü NSU’ya çok benzemektedir. Yeraltında sürmesi hedeflenen savaşın temelini „Turner Diaries“ oluşturmaktadır; ki bu konu müdahillerin insiyatifiyle davaya dahil edilmiştir. Son olarak da federal savcılık mütalaasında bu materyali ele almıştır. „The Order – Erkek Kardeşler susuyor“ adlı Amerika Birleşik Devletlerinden olan Neonazi grubunun söz konusu cürümleri, tasarının direk hayata geçirilmesi olarak görülmüştür. Bu grubun cürümleri işleyiş biçimleri NSU ile pek çok noktada benzerlik göstermektedir: Bombalı saldırılar, banka soygunları, susturucu kullanarak idam etme.

NRW Anayasayı Koruma Kurumu, Combat 18-hücre örgütünü yoğun bir şekilde gözetledi. Fakat ilginç şekilde bu kurum, 2006 senesinde Mehmet Kubaşık’ın öldürülmesinin ardından aktivitelerine son verdi. Ilius: „Bu, grubun üyelerinin, NRW Anayasayı Koruma Kurumunun sıkı gözetimi dahilinde hareket ettikleri ve muhtemelen buna uygun olarak da baskı altına alındıkları anlamına gelir.“ Dortmund’da radikal bir nazi camiası olduğu bilindiği halde, kovuşturmayı yürütenler, söz konusu bilgileri biraraya getirip Mehmet Kubaşık’ın öldürülmesinin ardından Dortmund’daki Nazilere karşı kovuşturma esnasında herhangi bir tedbir almayı gerekli görmemişlerdir. Ardından Ilius NSU’nun kendini ifşa etmesinin ardından federal savcılığın yürüttüğü kovuşturmaları ele alır. Federal Savcı Diemer’in, müdahillerin mağdurları tedirgin ettiklerine dair ithamına itiraz eder: „Bu –sizin de bildiğiniz gibi- yanlıştır.” Dava asıl NSU’nun ne denli büyük bir oluşum olduğunun açıklığa kavuşturulması, olay yerlerinde onlara destek çıkanların sayıları ve Nazi camiası ile emniyet birimlerinde NSU’nun varlığının bilinmesine rağmen“ fazlasıyla abartılan trio teorisi”ne yoğunlaşılmasının sonucunda oldukça zarar görmektedir. Örnek olarak da Dortmund’lu Seemann ve Gottschalk adlı Neonazilerle ilgili hadiseleri betimler. Neonazilerin mahkemeye çağrılması için müdahil avukatların verdiği dilekçenin federal savcılık tarafından rededilmesinin ardından kısa bir süre sonra savcılık bizzat kendi bu girişimde bulunmuştur. Lakin davaya katılanlar bu bilgiye dahil edilmemiş; ancak NSU Araştırma Komisyonu sayesinde öğrenilmiştir. Dortmund’lu Nazilerin Mehmet Kubaşık’ın öldürülmesi aşamasında NSU’yu, hazırlık ve cinayetin uygulama aşamasında ne denli desteklemiş oldukları sorusu yanıtsız kalmıştır. Bu cürümlerde rol olan önemli kişilerin çoğu ya sorguya çekilmemişlerdir ya da önemli sorularda suskun kalmışlardır. Bu noktada Ilius, şahsen federal savcı Diemer’a yönelir: „Bizzat siz ve makamınız, Elif Kubaşık’ın korkularını ve güvensizliğini giderebilirdiniz; – öyle ki cinayetin işlendiği zaman Dortmund’da hüküm süren militan ve terörist Combat 18- yapılar hakkında somut kovuşturmalar açabilirdiniz.“ Ilius aynı şekilde mahkemeyi de eleştirir; cinayetin ardından Dortmund’daki kovuşturmalarda yaşanan eksikleri gidermek mahkemenin görevidir. Nazi camiasının açıklığa kavuşturulması konusunda mahkeme heyetinin gerçekten de hiç yardımı olmamıştır.

Ilius mütalaasının sonunda konuyu internasyonal perspektiflere getirir. Bu noktada, özellikle devletin yapılanmalarında karşılaşılan „inkar etme“ kavramını ele alır ve bunu yaparken kriminolog Stanley Cohen’in araştırmasını esas alır. Cohen araştırmasında devletlerin, devletin sorumluluğu dahilindeki şeylerin kontrol edilmesine izin vermemeye çalıştıklarını ve bunu hikayeyi değiştirerek denediklerini betimler. Londra’daki Institute for Race Relations’un müdürü Liz Fekete, pek çok kez davayı izlemiş ve bu görüşü NSU davasında da uygulamıştır. Fekete, Nazilerin Ceska adı verilen cinayetlerinde ve 4 Kasım 2011’den önceki saldırılarda cürümün „kelimenin tam anlamıyla devlet kurumları aracılıyla inkâr edildiğinden“ söz etmektedir. Bu, Cohen’in görüşünde belirli hakikatlerin direkt inkâr edilmesi anlamına gelirken, inkâr edilemeyecek bir hakikatin temelde kabul görmesi durumunda hikâyede yapılan bir değişiklik, „yorumlara dayalı inkâr “ anlamına gelir. 2011 Kasım’ından sonra devlet kurumları bu „yorumlara dayalı inkâr“a geçiş yapmıştır. Aşikâr olan hakikat şudur ki cürümler Naziler tarafından işlenmiş ve itiraf edilmiştir; bunun daha önce farkına varılmamasının nedeni sadece „aksilikler, terslikler“dir. En azından bunun sorumluluğunun üstlenilmesi gerekir der, Ilius. Federal savcılığın davranışlarının tamamı, devletin NSU’nun oluşumunda ve cürümlerindeki sorumluluğunu inkâr etmek üzere „yorumlara dayalı inkâr”ın bir göstergesidir. Federal savcılığın anlatımı, “Nazi sonrası özgür ve dostane güzel bir Almanya resminin savunulmasına” hizmet etmektedir.” Böylesine güzel bir resme, devletin kimi kurumları sayesinde yıllarca rahat rahat adam öldürüp bombalar yağdıran bir örgütten ziyade çılgınlığın sınırlarında hareket eden bir trio daha uygun düşmektedir.

Avukat Ilius mütalaasını, devletin sorumluluğunu yadsımasının bu davada müdahil Elif Kubaşık’a hukuk karşısında kendisinin ve acısının ciddiye alınmadığı duygusunu verdiğini söyleyerek bitirir.

Öğle arasından sonra Avukat Scharmer’in mütalaasına geçilir. Scharmer, Mehmet Kubaşık’ın kızı Gamze Kubaşık için konuştuğunu vurgular. Burada bulunmaktadır; çünkü müvekkili babasının ölümünden kimin sorumlu olduğunu ve neden böyle bir şeyin yaşandığını bilmek istemektedir. Delillerin değerlendirilmesinin ardından beş sanığın da sorumlu olduğu açıktır. Özellikle Mehmet Kubaşık cinayetinden kimin sorumlu olduğu sorusu, sadece beş sanığın hüküm giymesiyle yanıtlanabilecek bir soru değildir. Üstelik onların hüküm giymeleri bu suçta başka kimlerin payı vardır ve motivasyonları nedir, bilinmediği sürece bir şey ifade etmez.

Gamze Kubaşık, kendisiyle her şeyini konuşabildiği babasını kaybetmiştir; o, mahkemede bizaat kendisinin söylediği gibi „babasına düşkün“ biridir. Cinayetin ardıdan aile yavaş yavaş dışlanmıştır. Sözüm ona organize suça dahil olma, uyuşturucu ticareti yapma ve borçlar gibi efsanevi anlatımlar oluşmuşur ki bunlardan hiçbiri doğru değildir. Gamze Kubaşık için babası bir kez daha öldürülmüştür. Bunlar sadece yapısal anlamda ırkçı kovuşturmaların sonucu değil, aksine en geç ikinci cinayetin ardından bizzat NSU’nun kendisine mal edilmesi gereken neticelerdir.

NSU, kurumların yapısal ırkçı kovuşturmalarını kendi amaçları için kullanmıştır. Bugün Mehmet Kubaşık aklanmıştır; ancak her kim ki halen arka planda uyuşturucunun ya da organize suçların olduğu tezinin „tümüyle“ yanlış bir tez olmadığını iddia ediyorsa olanlardan hiçbir şey anlamamış demektir ki bu kişi daha çok dünün NSU terörünün yaraladıkları ve geride bıraktıklarını karalayanlardan biri sayılmalıdır. Scharmer, müdahil avukatların müvekkillerine muhtemelen „azmettiricileri“ bulma söz verdikleri yolundaki ifadesi yüzünden OStAin Greger’i eleştirir. Bu ifadeyi Gamze Kubaşık da kabul etmez; „o kendisini ilgilendiren meselelerde karar verebilecek biridir ve isteklerini yerine getirmesi için bir avukat tutmuştur.“

„Cinayetleri, cinayetlere yardım ve yataklık edenlerle, onlara destek çıkanları ve azmettiricileri [!] ortaya çıkarmak ve faillerin hepsine hak ettikleri cezaları vermek için elimizden gelen her şeyi yapacağız“ diye söz veren herhangi bir avukat değildir; aksine 23 Şubat 2012 tarihinde bu sözü veren bizzat Federal Almanya Cumhuriyeti’nin şansölyesidir. Scharmer federal savcılığa: „Eğer siz en yüksek kurum olarak, şansölyenin sözünden hareketle müvekkillerimizin taleplerini ciddiye almıyorsanız, en azından bizler, yaralanmış bu kişilerin temsilcileri olarak karanlıkları aydınlatmak üzere bu meseleden kolay kolay vazgeçmeyeceğimizi söylüyoruz.“

Scharmer davanın tarihi önemini vurgular ve avukat Ilius’un yaptığı gibi vefat etmiş meslektaşı Angelika Lex’den alıntı yapar. Scharmer: „Lex, bu davada Yvonne Boulgarides’i temsil etmişti. Burada olsaydı muhtemelen o da bizimle birlikte mütalaada bulunacaktı. Angelika Lex 9 Aralık 2015’te vefat etmiştir. Bu davanın nasıl sonuçlandığını göremeyecek.“ 2013 İlkbaharında bu dava başladığında yapılan bir gösteride Lex şöyle demişti: „Bu devlette yapılan tüm yanlışları ve ihmalkârlıkları ve devletin kendini ne derece suçlu kıldığını görünür kılmak ve ele almak, kurbanların ve yakınlarının avukatları olan bizlerin görevi olacaktır.“ Scharmer, Mehmet Kubaşık cinayetinin büyük bir olasılıkla şimdiye değin kovuşturulması yapılmamış kişilerce desteklendiğini söyler. Müvekkili, Dortmund’ta kim olduklarını bilmeden cinayete karışmış kişilerle karşılaşabileceği kaygısındadır.

Ardından Scharmer, müdahil avukatların dokümanını ele alarak Gamze Kubaşık’ın bu davada neden kapsamlı bir açıklama talep edebileceğini hukuki açıdan ortaya serer. Yasa koyucunun iradesi ve müdahillerin StPO’yu dayanak aldığı düzenlemelere göre Kubaşık hukuki açıdan haklıdır. Scharmer diğer meslektaşları ile birlikte müvekkili için hazırladıkları çok sayıda kanıtların değerlendirilmesine ilişkin dilekçeler, görüş bildirmeler ve sorularla müvekkili için temel olan sorulara açıklık getirmeye çalışmıştır:

  • Neden özellikle Mehmet Kubaşık ırkçı NSU suikastlarının kurbanı olmuştur? Onun seçilmesinin nedenleri tam olarak nedir?
  • NSU nasıl meydana gelmiştir; yardım ve yataklık edenler kimlerdir?
  • Olay yeri nasıl, ne zaman ve kimler tarafından izlenilmiştir? Bu cürümü önceden bilenler kimlerdir?
  • Bu kişiler arasında polis ya da Anayasayı Koruma Kurumundan kişiler var mıydı?
  • NSU’nun sözüm ona kayıplara karışmış üyeleri – Mundlos, Böhnhardt, Zschäpe – ye vaktiyle müdahale edilmiş olsaydı bu cinayetin önüne geçilmiş olmayacak mıydı?
  • Niçin bugüne değin etkili, sonuç getirecek kovuşturmalara izin verilmedi?
  • Muhtemelen bilgi konusunda zengin olan dosyalar yasalara aykırı olarak neden imha edildi?
  • Neticede neden pek çok şey örtbas edildi, evraklar imha edildi ve yalanlar söylendi?

Federal savcılık ise müdahillerin rolünü pasif, kurban rolüne sığınır ve ithamı destekler bir yapı olarak görmüş ve – „mağdur durumda bir tür el ele tutuşma“, „davanın konusuna iddianame başlığı atılır atılmaz konuyu onaylama“ gibi değerlendirmelerde bulunmuştur ki işte bu, Gamze Kubaşık’ın tam da istemediği şeydir. Kovuşturmayı yürüten kurumların muhtemel sonuçlarıyla yetinmemek onun için çok önemlidir. O, davadaki rolünü aktif bir rol olarak görmekte, meseleleri sorgulamakta ve babasının cinayetinin tam olarak açıklığa kavuşturulmasını istemektedir.

Scharmer: „Gamze Kubaşık mağduriyetini göstermek üzere burada değil. O merhamet dilenmiyor; sadece haklı sorularına yanıt arıyor.“

Davada Anayasayı Koruma Kurumlarının (VS) bilgilerine ilişkin kanıtların değerlendirilmesine ilişkin çok sayıda dilekçe reddedilmiştir. NSU teröründen yara alanlar ve geride kalanlar bizzat kendileri yapamayacağı ve başka yerde bunun takibi yapılamayacağından izlerin peşisıra gidilmeliydi. Scharmer: „Nereden ve neden geldiği bilinmemekle birlikte herkes çürümeye yüz tutmuş bu meselenin kokusunu alabilir. Biz bunu ortaya çıkarmak istedik; ancak maalesef pek çok noktada başarı sağlayamadık. Kokuşmuşluk ise halen hüküm sürmekte.“

Ara verildikten sonra Scharmer çok sayıdaki muhbiri ele alır. Buna ilişkin sadece NSU’nun çevresinde bile aktif muhbirlerden oluşan ne türden bir şebeke olduğunu izah etmek üzere oldukça etkileyici diyagramlar gösterir; ki bunu bir yandan toplanan kanıtlar ortaya koymaktadır; ancak öte yandan bu bilgiyi kanıtların değerlendirilmesine ilişkin dilekçelerle davaya dahil etmeye çalışmak beyhude bir çaba olmuştur. Toplanan kanıtlar ve kanıtların değerlendirilmesine ilişkin dilekçeler, muhbirlerin terör şebekesinin aktivitelerinden haberdar olduklarının dikkate alınması gerektiğini ortaya koymuştur ve muhbirler bu bilgiyi ya kararlı bir şekilde iletmemişler ya da söz konusu iletiler arama esnasında ve cinayetlerin önüne geçilme sorusunda dikkate alınmamıştır.

Müdahil Gamze Kubaşık’ın bu davadaki güçlü pozisyonu dikkate alındığında, toplanan delillerden elde edilen sonuç hayal kırıklığıdır. Gerçi sanıkların kendilerine yapılan suçlama dahilinde suçlu oldukları ispatlanmıştır; ancak bir dizi soru halen yanıtsız kalmıştır. Bu nedenle mahkeme heyetinin vereceği hükümde, müdahilin hadiselerin açıklığa kavuşturulması talebinin hakkını veremediğinin açıklanması en azından dürüst bir tavır olacaktır. Scharmer, sanıkların cürümlerdeki sorumluluklarının tespit edildiğini, ancak diğer suçlular ile yardım ve yataklık eden diğer kişilerin kimler olduğunun bilinmediğinin dürüstçe söylenmesi gerektiğini belirtir. Ayrıca Scharmer, NSU’yu destekleyen şebekede bir dizi muhbirin olduğuna dair ciddi ipuçları olduğu halde mahkeme için Mundlos, Böhnhardt ve Zschäpe hakkındaki söz konusu bu bilgilerin toplanması ve paylaşılmasının bir önem arz etmediğinin de dürüstçe söylenmesi gerektiğini belirtir.

Konuşmasının sonunda Scharmer, Gamze Kubaşık’a çağrıda bulunmak ve iki umudunu dile getirmekten başka bir şeyin kalmadığını söyler. Çağrı mahkemeye yapılan bir çağrıdır ve hükmün gereği yerine getirilirken mahkemenin dürüst davranması istenmektedir. Dava NSU karmaşasının nihayetlendirilmesi anlamına gelmemelidir. Tarih, federal savcılığın arzu ettiği gibi – persille yıkanarak polis, VS ve federal savcılık için bir aklanma anlamında – yazılamaz.

BfV’den vicdanlı bir çalışanın evrakların neden imha edildiği, örtbas edildiği ve yalan söylendiğini ortaya çıkarması, hadiselerin açıklığa kavuşturulacağına dair bir umut yaratmıştır. Son bir umut ise bu cürümlere kimlerin karıştığını, kimlerin haberdar olduğunu, yardım ve yataklık ettiğini söyleyebilecek olan kişi Zschäpe’ye yöneliktir. Scharmer, Gamze Kubaşık’ın Zschäpe’ye bir teklifte bulunduğunu söyler: Beklenildiği üzere verilecek hayat boyu tutukluluk cezasının 13 yılının doldurulmasının ardından, cezanın indirilmesi sorusunu gündeme getiren bir dava daha açılacaktır. İşte o zaman Gamze Kubaşık, yardım ve yataklık eden kişileri hatta diğer suçluları açıklaması ve onlarla olan bağlarını ciddi bir şekilde koparması durumunda Zschäpe’nin cezasının hafifletilmesi için elinden geleni yapacaktır.

Daha sonra Scharmer sözü müvekkiline verir. Gamze Kubaşık 4 yıldan fazladır babasının cinayetiyle ilgisi olan herkesin yargılanıp hak ettikleri cezayı almalarını umut ettiğini söyler. Bugün halen sanıklardan kimin suça dahil olduğunu bilmemektedir. Ardından kısaca beş sanık hakkında konuşur. İfadelerinin sonunda federal savcılığa yönelir: „Belki buradaki beş kişinin yargılanması için pek çok şey yaptınız. Fakat ya diğerleri ne olacak? Diğerleri hakkında davacı olacağınızı sanmıyorum. Sizin için mesele burada kapanmıştır. […] Siz verilen söze itaat etmediniz!“ Ardından Götzl duruşmayı sonlandırır.

NSU-Nebenklage blogunun değerlendirmesi: http://www.nsu-nebenklage.de/tr/2017/11/23/22-11-2017/