Kuzey Ren-Vestfalya NSU Meclis Araştırma Komisyonu: Aydınlatma olanağından yararlanmalı!

0

NSU-Watch NRW’nin görüşü

Kuzey Ren-Vestfalya’da, Eyalet Meclisi tarafından “Nasyonal Sosyalist Yeraltı(NSU)” konusunda görevlendirilen bir “Meclis Araştırma Komisyonu”nun (MAK) 2014 Kasım ayında çalışmalarına başlaması öngörülüyor. Altını çizerek onayladığımız, oldukça gecikmiş bir adım. Çünkü, en azından Köln’deki iki bombalı saldırıyla, Dortmund’da Mehmet Kubaşık’ın öldürülmesi olayları NSU tarafından gerçekleştirilmiş bulunuyor. Kuzey Ren-Vestfalya’da NSU’nun başka saldırı ve cinayeti olup olmadığı bilinmiyor. Biz, Meclis Araştırma Komisyonunun çalışmalarına refakat etmek amacıyla, federal düzeydeki “NSU Watch” projesine istinaden, “NSU Watch-NRW” projesini oluşturduk.

NSU-Araştırma Komisyonunun konu başlıkları

Bizim görüşümüze göre NSU-Araştırma Komisyonu aşağıdaki ana konularla ilgilenmelidir:

  • 1990’lı yılların başından itibaren Neonazi çevresi ve Kuzey Ren-Vestfalya’daki olası NSU destekçileriyle;
  • NSU cürümleriyle ilgili polisin ve savcılığın tahkikatının, bu süreçte yapılmış olan hatalar, ihmaller, olası kayıtsızlık ve destekleyici davranışlarla, mevcut kurumsal ırkçılığın etkileri de dahil olmak üzere, tamamlanması göreviyle;
  • Devletin gizli örgütlerinin, özellikle Kuzey Ren-Vestfalya Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın (NRW-VS) Kuzey Ren-Vestfalya’daki militan Neonazi çevresiyle olan ilişkileriyle;
  • Salt NSU ile ilişkin olmamak kaydıyla, sorumlu devlet kurumlarının ve siyasetçilerinin aşırı sağ örgütlerce uygulanan şiddete maruz kalmış mağdur ve kurbanlarına karşı tutumlarının açıklığa kavuşturulmasıyla ilgilenmelidir.

Araştırma Komisyonu, bunun için bir taraftan içişleri ve adalet camialarındaki siyasi sorumluları sorgulamak, öbür taraftan Anayasayı Koruma Teşkilatının çalışmasını gün ışığına çıkartmak zorundadır. Bu alanda hem polis teşkilatını hem de Eyalet Anayasayı Koruma Teşkilatı’nı yöneten Kuzey Ren-Vestfalya İçişleri Bakanlığı’na merkezi bir rol düşmektedir. Bakanlığın başında 2005 yılına kadar Bakan Fritz Behrens (SPD), 2005 ila 2010 arasında ise Bakan Ingo Wolf (FDP) bulunuyordu. Aynı şekilde, Köln’deki bombalı saldırılarla Dortmund’daki Mehmet Kubaşık cinayetini kovuşturan polis ve savcılık dairelerinin çalışmaları da incelenmek zorundadır.

Kuzey Ren-Vestfalya’da NSU’ya kim yardım etti?

Olay yerlerinde NSU’ya yardım eden olası yerel destekçiler konusunda bugüne kadar ancak kesin olmayan bilgiler var. Bu yardımcıların mevcut olmasının zorunluluğu akla yakın gözüküyor. Salt Köln Probsteigasse’deki saldırının olay yeri seçimi, çevreyi iyi tanıyan birine işaret ediyor. Çünkü, oradaki dükkanın İranlı bir aile tarafından işletildiğinin ilk bakışta anlaşılabilmesi olanak dışı. Ayrıca, 2001 yılında çizilmiş olan bir robot resim ne Uwe Börnhardt’a ne de Uwe Mundlos’a uyuyor.

2012 Şubat’ında Kuzey Ren-Vestfalya Anayasayı Koruma Teşkilatı, robot resmin, patlayıcı madde suçundan hüküm giymiş Kölnlü bir Neonaziye benzediğini belirten bir kayıt düşmüştü. Söz konusu Neonazi, Köln’deki “Walter Sprangenberg Yandaşlık Örgütü”nün üyesi; ayrıca “Alman Nasyonal Sosyalistleri Savaş Birliği”nin bir militanıydı. Federal Kriminal Polis, bunun üzerine şüphelinin bir resmini şahitlere gösterdi; ancak resmin kalitesi o kadar düşüktü ki, şahsın teşhis edilmesi olanak dışıydı. Bunu takiben bu iz önemsiz sayılıp, bir kenara bırakıldı. Şüpheli, bir kez bile sorguya çekilmedi. Adli merciler, Mundlos, Böhnhardt ve Zschäpe’nin, şahit ifadelerinde öne sürüldüğü gibi, 2009 Kasım’ında Erftstadt’ta (Rhein-Erft İlçesi) yapılan “Walter Sprangenberg Yandaşlık Örgütü”nün bir dernek toplantısına katılıp katılmadığı konusunda da, bugüne dek susmaktalar. Polisin ve Kuzey Ren-Vestfalya Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın bu toplantıyı izlemiş olduklarını varsayabiliriz.

2012 yılı baharında WAZ gazetesinin “Der Westen” adlı internet sayfasında, Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın “Oidoxie Streetfighting Crew” örgütünün üyelerinin 2000 yılı ortalarında silahlandıkları, fakat bu etkinliklerine 2006 baharında bilinmeyen bir sebepten son verdikleri konusunda bigi aldığı yazısı çıktı. Beate Zschäpe’nin mektup arkadaşı, Dortmundlu Neonazi Robin Schmiemann da, Dortmund’un sağcı rock grubu “Oidoxie” çevresinde oluşmuş bu „Oidoxie Streetfighting Crew“ örgütü sıralarında yer almaktaydı. Schmiemann, 2007 başlarında yaptığı ve bir süpermarket müşterisini yaraladığı silahlı soygun nedeniyle uzun süreli hapis cezasına çarptırıldı.

Araştırma Komisyonunun, olası destekçilere işaret eden bütün ip uçlarına azami dikkati göstermesi gerekmektedir. Aynı zamanda Kuzey Ren-Vestfalya’daki Neonazi gruplarının radikalleşme eğilimlerinin incelenmesi de gereklidir. Diğer eyaletlerdeki ve komşu ülkelerdeki “yandaş”larıyla sıkı bir iletişim ağıyla bağlı olan Kuzey Ren-Vestfalya Neonazileri 1990’lı yıllardan beri “silahlı bir savaş”ın biçim ve olasılıklarını tartışmaktaydılar. Buna paralel olarak, suikaste ve cinayete kadar uzanan peş peşe ağır şiddet eylemleri yapılıyordu. Örneğin, Gladbeckli (Recklinghausen ilçesi) Neonazi Thomas Lemke 1995-1996 yıllarında en az üç kişiyi öldürmüştü. Onun, 1997 yılında yapılan bir polis baskınında üzerinde ateşli silah ve patlayıcı madde tuzaklarının kurulmasını öğreten bir broşür bulunan Dieter Riefling etrafında oluşmuş “Recklinghausen Yandaşlık Örgütü” grubuyla sıkı ilişkileri vardı. 2000 yılında Neonazi Michael Berger, Dortmund ve Waltrop’ta üç polisi vurup öldürmüştü. Sık sık da Neonaziler tarafından yapılan savaş sporları ve patlayıcı madde egzersizleri haberleri alınmaktaydı.

Bu nedenledir ki, Araştırma Komisyonu çalışmasında sadece bilinen üç NSU suçuna odaklanmamalı; aksine hala aydınlanmamış, olası aşırı sağ motifli diğer şiddet eylemlerini de inceleme alanına almalıdır. Bunlar arasında, öncelikle 2000 yılı Temmuz ayında Düsseldorf-Wehrhahn banliyö tren istasyonunda yapılan, Doğu Avrupa ülkelerinden, çoğunlukla Musevi dinine mensup on göçmenin yaralandığı bombalı saldırı var. Suçlular hala yakalanmadı; saldırının arka planı hala belirsizlik içinde.

Polis soruşturması neden sonuçsuz kaldı?

Česká-Serisindeki dokuz cinayetle, bugüne dek NSU’nun sorumluluğu saptanabilen üç bombalı saldırının arkasında yatan nedenler, sadece kurbanlar, onların yakınları ve az sayıda diğer kişiler tarafından algılandı. Olayın soruşturmasını yapanlar, Neonazilerin cani ırkçılıklarına hiçbir önem vermediler. Onun yerine kurbanlar ve çevreleri, soruşturmaları yürütenlerin inceleme alanının içine çekildi. Onlar, haraç şantajlarına, beyaz zehir ticaretine veya başka cürümlere bulaşmakla suçlandılar. Yanlış olan ve kurbanlara iftira atan bu soruşturma teorisinden yıllarca vazgeçilmedi. Özellikle Keupstrasse bombalı saldırısının kurbanlarıyla Keupstrasse sakinleri yıllarca baskı altında tutuldular, DNA örnekleri vermeye zorlandılar, gizli tahkikatlarla takip edildiler ve etraflı bir biçimde gözetlenip dinlendiler. Polis, saldırının arkasında bir “Türk mafyası” veya “Türk- Kürt anlaşmazlığı” arayıp durdu. Polisle yaptıkları konuşmalar sırasında, Neonazilerin de muhtemel suçlu olabileceğine işaret eden sokak sakinleri ciddiye alınmadılar. Tahkikat, sokağın göçmen olan, göç hikayesine sahip olan sakinlerine inanmamayı, buna karşılık onlara gayet doğal bir biçimde her türlü “suçu” isnat etmeyi prensip edinmiş kurumsal bir ırkçılıkla yürütülmekteydi. Aynı tahkikata polisin basın açıklamalarında kurbanlar ve onların yakınları üzerine yakıştırdığı “suskunluk duvarı” ve “gizli bir paralel yapı” ifadeleri refakat ediyordu. Bu metotla sürdürülen tahkikat, olayların kurbanlarının ve onların yakınlarının sosyal ve toplumsal alanlarda netameli bir konuma düşmelerine neden oluyordu.

Bunlar yetmezmiş gibi, olayların hepsinde de çok sayıda tahkikat hataları işlenmişti. Örneğin, Federal Kriminal Dairesi’nin, Patlayıcı ve Yanıcı Maddeler Olay Yeri Malzeme Bildirimi Hizmet Bölümü’ne yapılan bildirimler yetersizdi; bir tramvayda bulunan, “Almanlar kendinizi koruyun” sloganıyla Köln’deki Keupstrasse bombalı saldırısına değinen bir bildiri, yanlışlıkla “Yabancı düşmanlığı karşıtlığı” dosyasına girmişti; Dortmund’ta bir kadın şahidin ifadesinde belirttiği, olay yerinde yanlarında bir bisiklet bulunan, “Nazi” veya “esrarkeş” görünümlü kişiler, oradaki Neonazi çevreyi mercek altına almak için yeterli görülmemişti; çok sayıda, bütün kentçe tanınan Neonazinin olay yerinin yakınlarında oturuyor olması, Dortmund’da silahlı ve militan bir Neonazi yapılanmasının varlığının bilinmesi ve olay yerindeki telsiz kulübesinde bir Neonazinin telefon numarasının bulunmuş olması gerçekleri bile, yerel Neonazi çevresi aleyhine polis soruşturması yapılması için yeterli neden olarak görülmemişti.

Özellikle, Keupstrasse sakinlerine yapılan çivili bomba saldırısında, daha saldırının olduğu gün siyasetçilerin, polisin ve medyanın, olayın şeklinin terör görünümünde olmasına rağmen, hep bir ağızdan terörle bir ilişkisi olmadığı açıklaması yapmalarının nedeni araştırılmalıdır. Keupstrasse’deki çivili bomba saldırısı, 1999’da İngiliz “Combad 18″ -Londra’daki David Copeland sempatizanları- tarafından yapılan üç çivili bombalı saldırıya büyük benzerlikler göstermektedir.

Daha Köln’deki çivili bombanın patladığı akşam (saat 17:36), polisin Kuzey Ren-Vestfalya İç İşleri Bakanlığı’ndaki konuşlanma merkezi, tahkikatı yapan Eyalet Kriminal Dairesi’nden, onun ilk açıklamasında yer alan olayın “terör saldırısı cürmü” tahminini silmesi talebinde bulunuyor. Bundan sadece 10 dakika önce Eyalet İç İşleri Bakanı Fritz Behrens (SPD) olaydan haberdar edilmişti. Behrens böyle bir düzeltme talebinde bulunduğunu kabul etmiyor. Talimatı kimin verdiği hala meçhul. Bunu takiben, olası bir siyasi cürüm nedeni sürekli arka plana itiliyor. Dönemin Federal İç İşleri Bakanı Otto Schily (SPD) de saldırının ertesi günü, “terörist bir arka plan”a işaret eden bir kanıta rastlanmadığı açıklamasını yapıyor. Kuzey Ren-Vestfalya Eyalet Kriminal Dairesi’nin 20 Temmuz 2004’te yaptığı bir uygulamalı olay analizinin (OFA) sonucu da medya tarafından geçiştirildi. Söz konusu analizde, faillerin “siyasal güdülü (örgütlü değil/ yabancı veya Türk düşmanı)” olduğu ifade edilirken, eylemlerinin muhatabı olan sosyal çevreye “Biz bombayı sizin oturma odanızın ortasında patlatırız; siz kendinizi orada artık asla eskisi gibi rahat ve güvende hissedemeyeceksiniz.” mesajını verdiği belirtiliyor. Ayrıca, failler “açık renkli, Alman, Orta Avrupalı”, “silah ve patlayıcı” kullanımına aşırı derecede yatkın ve büyük olasılıkla daha önce muhtemelen “yabancı düşmanı cürümlerle de polisin kaydına geçmiş” olarak değerlendiriliyor. (BT-Drs. 17/14600, S. 65). Ne var ki, profili çizilen şüphelilerin, ırkçı saiklerle suç işlemiş failler olma olasılığı toplumdan saklandı. İngiliz Kriminal Polisi tarafından Federal Kriminal Dairesi’ne gönderilen, saldırıyı 1999’daki Copeland çivili bomba serisiyle karşılaştıran kapsamlı dosya dahi yeterli ilgiyi görmedi.

O zamanlar “BAO Bosporus” adıyla tanınan ve Česká-Serisinin tahkikatıyla görevli birim tarafından yaptırılmış olan 9 Mayıs 2006 tarihli uygulamalı olay analizinin sonucu da açıklanmadı. Orada ilk kez cinayetler için de, ırkçı bir güdü olasılığı göz önüne alınıyordu. Yaklaşan futbol dünya kupası gözetilerek gündem dışı tutulan bu sonuç, dünya kupasından sonra da yeterli ölçüde duyurulmadı.

Adli kurumlar nasıl çalıştı?

2011’de NSU’nun deşifre oluşunu takiben Federal İç İşleri Bakanlığı, bilinen tüm -kısmen de faili meçhul kalmış olan- aşırı sağcı bir siyasal güdü içermesi söz konusu olan cinayetleri, patlayıcı madde suikastlerini ve saldırıları, NSU olaylarından bağımsız olarak, yeniden, hangi saikle işlendikleri yönünde değerlendirme talimatı verdi. Ama, pek az eyalet bu tür eski olayları gerçekten yeniden değerlendirme işine kalkıştı. İş, boş açıklamalarla geçiştiridi. Örneğin 1990’ların başında Hagen, Minden ve Lemgo’da öldürülen üç Türkiyeli vatandaş -ikisi kafalarına kurşun sıkılarak infaz edilmiş, biri de evinde yanmıştı- vakası her ne kadar olası siyasi sağ güdüye dayanan nedenler yönünden yeniden ele alındıysa da, aradan iki ay bile geçmeden “aşırı sağcı bir arka plan” saptanamadığı kararına varıldı. Mevcut şahitlerin yeniden dinlenmesinden bilinçli olarak sakınılan bir tahkikatın, ciddi bir “yeniden değerlendirme” olarak planlandığına inanmak serbest tabii.

O halde Araştırma Komisyonu, savcılığın uyguladığı pratiği ve bu kurumun aşırı sağcı siyasal güdülü cürümleri bu şekilleriyle saptamaya ve dava açmaya, ayrıca onların suçun hangi saiklerle işlenmiş olabileceğini yeterli bir biçimde irdelemeye meyilli olup olmadığını da incelemek zorundadır.

Gizli haber alma servislerinin oynadıkları rol neydi?

Kuzey Ren-Vestfalya’da yurt içi haber alma servisi İç İşleri Bakanlığı’na “6. Şube-Anayasayı Koruma Birimi” adı altında bağlanmış bulunmaktadır. Kuzey Ren-Vestfalya Anayasayı Koruma Teşkilatı da, kamuoyu önünde sağcı terör tehlikesini sürekli olarak önemsiz gösterme çabası içinde olmuştur. Bu, devlet kurumlarınca önemsizleştirme girişimlerinden birini de, yıllardan beri Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından, Kuzey Ren-Vestfalya’da sadece dört Neonazi yandaş örgütünün bulunduğu, diğer grupların “klik benzeri kişisel gruplaşmalar” olduğu iddiasının yayılması oluşturmaktadır. Öyle ki, 2003’ten beri son derece aktif olan ve 2012’de Eyalet İç İşleri Bakanı tarafından yasaklanan “Hamm yandaşlık örgütü” bile ancak 2011 Anayasayı Koruma Teşkilatı raporundan sonra bir “yandaşlık örgütü” olarak kabul edilebilmiştir. Aynı süreçte haber alma servisi, gerek NPD eyalet teşkilatına, gerekse yandaşlık örgütlerine, yönetim görevi üstlenen ve bu şekilde olaylara yön veren ajanlar yerleştirmiştir. Öyle ki, örneğin “Sauerländer Aktionsfront” (SAF) adlı Kuzey Ren-Vestfalya’daki 1990’lı yılların son döneminin en aktif, en şiddet yanlısı ve en kalabalık yandaşlık örgütlerinden birine mensup olan iki liderden birisi Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın maaş bordrosunda yer alıyordu. Neonazi muhbirlerin yaptıkları karşılığında Anayasayı Koruma Teşkilatı’ndan aldıkları para, onların geçimlerinin bir kısmını sağlayabilecek düzeydeydi. Onların büyükçe bir kesiminin, bu paranın bir kısmını “örgütün” yapılanması ve güçlenmesine harcadıklarını tahmin etmek, hiç de hatalı olmaz. 2007’de Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından uyuşturucu takibatına karşı uyarılan uyuşturucu ve silah taciri Lünenli Neonazi Sebastian Seemann örneğinde açıkça görüldüğü gibi, son derece kriminal ajanlar bile “Kaynağın korunması, adli kovuşturmadan önceliklidir” prensibi uyarınca yönetilmişlerdir. Semann, daha önce sözü edilen „Oidoxie Streetfighting Crew”in bir kesimini oluşturmaktaydı. O ayrıca, Almanya’da yasaklanmış olmasına rağmen, adına komşu Belçika’da konserler düzenlediği “Blood&Honour” örgütünün de bir parçasıydı. “Blood&Honour” örgütünün içinden NSU üçlüsüne önemli destekler sağlayan çok sayıda kişi çıkmıştır. Aynı şekilde, B&H yayınlarında teferruatlı bir biçimde küçük, birbirinden bağımsız çalışan Neonazi terör hücreleri aracılığıyla “silahlı savaş” konusu tartışılmıştır. Bu durumda, Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın Kuzey Ren-Vestfalya’daki “silahlı savaş” konseptleri tartışan, kısmen de uygulayan veya uygulamayı deneyen, bu Neonazi yapılanmasının ne kadar yakınında yer aldığı sorusu ortaya çıkmaktadır. Bugüne kadar hiç araştırılmamış olan bir konu da, VS-NRW, MAD, BfV ve BND kısaltmalarıyla tanınan gizli haber alma servislerinin 2006 yılı Haziran ve Temmuz aylarında yapılacak olan dünya futbol şampiyonası hakkında Neonazi örgütlerinden hangi bilgileri elde etmiş olduklarıdır. Kuzey Ren-Vestfalya, Dortmund, Köln ve Gelsenkirchen üzerinden üç kentiyle şampiyonaya ev sahipliği yapmaktaydı. Mehmet Kubaşık’ın öldürülmesi, dünya şampiyonasından sadece iki ay önceye rastlar. Bu zaman diliminde Dortmund ve şampiyonanın oynanacağı diğer kentlerdeki Neonazi çevrelerinin yerli ve yabancı gizli haber alma servisleri tarafından yüksek düzeyde bir gözlem altına alınmamış olmamaları tasavvur edilemez.
Araştırma Komisyonu ayrıca, diğer eyaletlerin haber alma servisleriyle, merkezi Köln’de bulunan “Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı”nın oynadıkları rolleri de irdelemek zorundadır. Keupstrasse’deki bombalı saldırının akşamında Federal Anayasayı Korumu Teşkilatı’nın bir elemanının Kuzey Ren-Vestfalya Anayasayı Koruma Teşkilatı’ndan bir meslektaşıyla yaptığı konuşma hala gizliliğini korumaktadır. Acil görüşme gereksinimi duyan bu gizli örgüt ajanları “değerlendirmeci” değil, “tedarikçi”ydiler; yani muhbir sağlama ve yönetme görevlisiydiler. Federal Meclis Araştırma Komisyonu’nda bu konuşmanın arka planı aydınlatılamadı. Ayrıca, Kuzey Ren-Vestfalya devlet daireleri, 2014 Nisan ayında Paderborn ilçesinde şahit koruma programına katıldığı dönemde, saptanmamış bir diyabet hastalığından öldüğü öne sürülen muhbir “Corelli”nin ölümü hakkında sorgulanmalıdırlar. Corelli 1995’ten beri Mundlos’la ilişkideydi ve NSU’ya bağışta bulunmuş olan “Der weiße Wolf” adlı sempatizan dergisine katkıda bulunuyordu. Onun Kuzey Ren-Vestfalya’ya da uzanan bağları vardı: Daha 2012 Mart’ında Dortmund’da Neonazi çevresinin bir gösterisine katılmıştı. Açığa çıkması gereken bir husus da, Kuzey Ren-Vestfalya Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın, Jena’dan sonunda Düsseldorf’a taşınan Carsten Schulze örneğinde olduğu gibi, NSU ve yardımcıları hakkında, kendi muhbirleri ve haber alma yöntemleri aracılığıyla olsun, diğer haber alma servisleriyle bilgi alış verişi yoluyla olsun, hangi bilgilere sahip bulunduğudur. Kuzey Ren-Vestfalya Anayasayı Koruma Teşkilatı Schulze’nin yakalanmasından sonra onun geçmişi ve taşınması konusunda bilgilendirilmediğini öne sürmüştü. Son olarak da 1997 tarihli bir Federal Kriminal Dairesi pozisyon raporundaki eleştirel soruların değerlendirilmesi gerekir. O dönemde Federal Kriminal Dairesi, Neonazi alanında kullanılan aşırı sayıdaki muhbir nedeniyle Anayasasayı Koruma Teşkilatı’na ağır ithamlar yöneltmişti. Onlar, Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın aşırı sayıdaki muhbirlerinin Neonazi çevresini güçlendirmiş olabileceği ve muhbirleri korumak için polis tahkikatlarının sabote edilebileceği sorularını ortaya atmışlardı. Araştırma Komisyonunun da bu sorulara özenle eğilmesi gerekecektir.

Aydınlatma olanağı kullanılmalı!

Araştırma Komisyonu bu ve diğer yanıtsız kalmış soruların sorulması ve bu yolla aydınlatma yolunda ilerleme şansını içermektedir. Ancak bunun için gerekli olan şunlardır:

  • Kurbanların ve yakınlarının görüşlerinin dinlenmesi ve ciddiye alınması,
  • Araştırma Komisyonu, bağımsız bilim insanlarından, habercilerden, antifaşist ve ırkçılık karşıtı aktivistlerden, bu bağımsız bilgiler yoluyla Neonazi alanının ve kurumsal ırkçılığın işleyiş tarzının gerçekçi bir değerlendirilmesini yapmak amacıyla bilirkişi görüşleri talep etmesi,
  • Sorumlu devlet görevlileri ve politikacıların Komisyon tarafından çağrılması ve gerekli arka plan bigileri ışığında detaylı ve hedefe odaklı bir şekilde sorgulanması,
  • Komisyonda “blokajcı” görevli ve siyasetçilere tavır koyan ve kendi parti yoldaşlarının eleştirilerini de makul karşılayabilen milletvekillerinin yer alması,
  • Anayasayı Koruma Teşkilatlarında yapıldığı ortaya çıkan “dosya yok etme faaliyetleri” nedeniyle, daha fazla dosyanın yok edilmesini önlemek için acilen bir veri silme yasağı konulması,
  • Araştırma Komisyonunun devlet dairelerindeki, haber alma servislerinin “gizli” kategorisine alınanları da dahil, bütün önemli dosyalara karartılmamış şekilde ulaşma olanağına sahip bulunması,
  • Araştırma Komisyonundaki milletvekillerinin, Nazi ortamının ne ölçüde muhbirlerle deşildiğini saptayabilmeleri için, Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın muhbir listesindeki gerçek isimlere ulaşabilmeleri,
  • Gerektiğinde diğer Araştırma Komisyonlarının dosyalarının getirtilebilmesi,
  • Araştırma Komisyonunun çalışmalarını açık yürütmesi, oturum tarihlerini ve şahit liste ve tarihlerini vakitlice duyurması, ilgi duyanların katılımına sürekli olanak sağlamak amacıyla toplantıların geç saatlere kadar sürmemesi.

Başarılı bir aydınlatma çalışması için, Araştırma Komisyonunun çalışmalarını sürekli izleyen eleştirel bir sivil toplum ve kamuoyunun oluşması gereklidir. Biz, “NSU-Watch NRW” projemizle buna katkı vermeyi amaçlıyoruz. Daha fazla bilgiyi nrw.nsu-watch.info internet sitesinde bulabilirsiniz.

NSU-Watch NRW (4 Kasım 2014)