397. Duruşma Gününün Özeti – 13. Aralık 2017

0

Davadaki mütalaa süreçleri esnasında duruşma günlerine ait özetleri yayınlayacağız. Bunlarla ilgili söz konusu özet tutanaklara ise daha sonra yer vereceğiz.

397. Duruşma Gününün Özeti – 13. Aralık 2017

Müdahil davacıların mütalaalarında 11. gün

Eminger’in savunmasındaki grip dalgası müdahil davacıların mütalaalarını şu an için gölgede bırakmış görünüyor: Eminger’in avukatı Kaiser’in dünkü duruşma gününün kısa sürmesine neden olmasının ardından bugün de meslektaşı Hedrich’in Berlin’den gecikmeli ve belli ki zaten hasta bir halde expres tren ile gelmesi, duruşmaya ancak 10:30’da başlanabilmesine, hastalığı ise 14:38’de son verilmesine neden oldu.
Müdahil avukat Alexander Hoffmann buna rağmen geçtiğimiz hafta Salı günü başladığı mütalaasını nihayet sonlandırabildi. Müvekkillerinden biri, Arif S., iki hafta önce maheme salonunda söz almıştı. Hoffmann mütalaasının ilk bölümünün kısa bir özetinin ardından NSU’nun sağcı terörünün ideoloik temellerini ve diğer sağcı teröristelerle olan uluslararası bağlantı hatlarını bir kez daha ele aldı. NSU’nun öncülü olan „Thüringen Vatan Koruma“, Alman ve ulusal çaptaki „Blood&Honour“ bölük ve grupları ve destekçilerinin paylaştığı halkçı-ırkçı ideolojiden, „kutsal ırk savaşı“ndan ve silahlı savaş stratejilerinden, hücre oluşturmadan ve „lidersiz direniş“ten bahsetti. Hoffmann „White Supremacy“ (Beyaz Üstünlüğü) dergisi için Uwe Munldos’un yazmış olduğu bir makaleden alıntılar yaparak onun ideolojisini analiz etti: Buna göre „beyaz ırk“ın tükenmekte olduğu korkusu saldırgan bir Yahudi düşmanlığıyla birleşiyordu. Sanık Eminger’in „Erzgebirge Beyaz Kardeşliği“nin çıkardığı „The Aryan Law and Order“ dergisi de Hoffmann’a göre „kutsal ırk savaşına olan inancın üzerine (…) adeta dini bir şekilde yemin ediyordu.“ „Thüringen Vatan Koruma’nın Jena grubu ve „Blood&Honour“ üyeleri politik ve ideolojik olarak tamamen bir görüş birliği içindeydiler“. Hoffmann: „En ufak bir çekince olmadan (NSU‚ya) destek verilmiş olması şaşırtıcı değil. Dava sürecindeki tutumlarında gördüğümüz üzere bu destek bugün hala mevcut.“ Müdahil avukat bunun ardından kararlı bir şekilde, davayı kendi propagandası için kullanmış olan sanık Ralf Wohlleben’in ideolojisine eğildi. Onun „etnik çoğulcululuğu“ pek gizli olmayan bir şekilde, „Thüringen Vatan Koruma ve Blood & Honour’un beyaz ırkın ölümünün önüne sadece meşru müdafaa yoluyla geçilebilceği ideolojisinden farklı değildi“. Wohlleben’in kendini aklamak için öne sürdüğü bahane -yani sözde „tüm kültür ve insanların değerli olduğu“- onun „etnik halk kavramı“ açısından aslında „yaşamı tehdit eden ve imha iradesi üzerinde yükselen bir tehlikeydi.“ Hoffmann’ın anlattığına göre Wohlleben’in düzenlediği Neonazi „Halkların Festivali“ etkinlinde 2008 yılında sahneye üzerinde çok sayıda silahlı SS’in olduğu bir pankart sahneye asılmıştı. Ama SS, tarihi olarak „Nasyonal Sosyalist ideolojinin en sadist ve acımasız uygulayıcısıydı“ ve ayrıca Avrupa’daki Yahudiler’e yönelik endüstriyel toplu katliamı da gerçekleştirendi. Hoffmann’a göre Wohlleben „silah arkadaşlarının NSU adı altında işledikleri suçları vicdanları rahat şekilde işleyebilmeleri için ideolojik olarak her şeyi yapmıştı.“ Aynı şekilde onlar da bu ırkçı cinayetler ve saldırılar gerçekleştirilirken Wohlleben’in ideolojik rızasından emin olmuş olmalıydılar. Wohlleben’in her daim şiddet ve yabancı düşmanlığına karşı olduğuna yönelik kendini suçsuz göstermeye çalışan açıklamaları ve tanık André Kapke tarafından „barış güvercini“ ve tüm Nazi camiası tarafından „Antifaşistlerin kurbanı“ tabir edilmesi, onun asıl yaptıkları ve yapmadıklarıyla kesinlikle bağdaşmıyordu. Örneğin „ortadan kaybolan“ üçlüyü defalarca Chemnitz’de ve cinayet serisinin başlamasının ardından Zwickau’da bile ziyaret etmiş ve onların sadık bilgi, bağlantı ve silah sağlayıcısı olmuştu. Eğer dediği gibi bir barış dostuysa ve bilgisayarında bunun aksini gösteren hiçbir şey yoksa neden el konulan kendisine ait harddisklerinden birinin şifresini bugün hala söylemediği sorusunun cevapsız kalması, Wohlleben’in maskesini düşürüyor.
Hoffmann’ın ardından müdahil avukat Sabine Singer’in mütalaası geldi. Singer’in müvekkili Köln’de Keupstraße’de 9 Haziran 2004’te çivili bombanın önünde infilak ettiği kuaför salonunun sahibinin erkek kardeşi. Müvekkili ağır yaralanmıştı. Singer’in anlattığına göre mağdur aile kendine sürekli şu soruyu sorup durmuştu: „Neden biz? Neden Köln?“ Avukatın söylediğine göre onlara bu sorunun cevabı „maalesef verilmemişti.“ Müvekkili olayın sadece birkaç saat ardından bombayı taşıyan bisikletini park ederken tesadüfen görmüş olduğu suçluyu tarif etmişti: Suçlu bir beyzbol şapkası takıyordu, sarı saçları ve favorileri vardı, yaklaşık 30 yaşında ve 1.80 boyundaydı. Belli ki daha o zamandan belli bir soruşturma çizgisini izleyen polis sadece adamın „koyu renk favorileri“ yok mu diye sormuştu. Polis, suçlunun çok emin şekilde yapılan tarifinin peşinden gitmek yerine tüm ailenin saldırıyla bir bağlantısı olduğundan şüphelenmişti. Singer’ın anlattığına göre müvekkili hatta bir ay boyunca polisin gizli bir soruşturmacısı tarafından gözetlenmişti: „Tam da kurbanlar olarak kendilerinden haksız yere şüphelenilmesine inanamamışlardı.“ Polis mütalaalarda belirtilen birçok vakada olduğu gibi sorgulamalara ustalıkla yerleştirdiği ithamlar aracılığıyla karşılıklı bir güvensizliğe yol açmış ve aile üyelerinin kendi aralarındaki ilişkilerini de ağır şekilde etkilemişti. Bu şüpheler nedeniyle de müvekkili seneler boyunca uyku sorunları yaşamış ve kabuslar görmüştü. Gördüğü terapi fayda sağlasa da suçluların açığa çıkmalarının ardından adeta yeniden travma geçirmişti. Bunun öncesinde konuyu geride bırakmış olsalar da suçluların gerçekten de tam da onları öldürmek istediğini öğrenmeleri darbe etkisi yaratmıştı. Singer’in söylediğine göre müvekkilinin içinde hep suçluların geri geleceklerine dair kötü bir his vardı. Dava aileyi hayal kırıklığına uğratmıştı. Özellikle de hiçbir şekilde pişmanlık göstermeyen ve ifadesinde de doğru olmadığı kanıtlanmış olan koruma amaçlı iddialarda bulunan Beate Zschäpe onları hayal kırıklığına uğratmıştı. Aile bugün hala olayın neden gerçekleştiğini ve Köln’de suçlulara kimin yardım etmiş olduğunu bilmiyordu. Singer’in söylediğine göre kesin olan tek şey, mağdur erkek kardeşlerin suçlu değil kurban olduklarıydı.
Ardından müdahil avukat Walter Martinek mütalaada bulundu. Martinek, NSU’nun 25 Nisan 2007’de Heilbronn’da gerçekleştirdiği ve meslektaşı Michèle Kiesewetter’in hayatını kaybetmesine neden olan cinayet girişiminden yaralı kurtulan polis memuru Martin A.’yı temsil ediyor. Martinek: „Müvekkilimin sadece ölmemekle kalmayıp tıp sayesinde bugün büyük oranda normal ve yaşamaya değer bir hayat sürmesi bir mucize – ancak tabii ki olanların bıraktığı izler, bedensel ve ruhsal sınırlamalar olmadan değil.“ Aynı zamanda ruhsal olan bu izlerden en kötüsü müvekkilinin her insanın özünde sahip olduğu temel güven duygusunu temelli kaybetmiş olmasıydı. Müvekkili buna rağmen „normal ve mutlu denemese de büyük oranda memnun bir yaşam sürüyordu.“
Martinek büyük oranda Federal Savcılığın rekonstrüksiyonuna katılsa da onaylamadığı yerler de vardı: „ Çok sayıda kişinin olaylarla ilgisi olduğuna yönelik tanık ifadelerinin dikkate alınmamış olmasının bende kötü bir izlenim uyandırdığını saklamak istemyorum.“ Martinek, müdahil davacıların görüşüne göre de Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos’un suçluluklarından suça iştirak eden başka kişiler olup olmadığından bağımsız olarak şüphe bulunmadığını söyledi: Karavan olay gerçekleştiği sırada Heilbronn’daydı, her iki polis memurunun görev silahları Eisenach’da yanan karavanda, suçun işlendiği diğer silahlar ise NSU’nun Zwickau’da kaldığı son yer olan Frühlingsstraße 26 numarada ortaya çıkmıştı, Uwe Mundlos’un üzerinde Kiesewetter’in kanının bulunduğu eşofman altı da orada bulunmuştu. Ayrıca itiraf videosu da, Zschäpe’nin „iki Uwe’nin“ sadece „yeni ve kullanışlı ateşli silahlar“ istedikleri ifadesi gibi buna işaret ediyordu.
Müvekkilinin neden kendisi ve meslektaşına ateş edilmiş olduğunun açığa kavuşturulması isteği hakkındaysa şunu dedi: „Federal Savcılığın motife dair yaptığı açıklama müdahil davacıları ikna etmedi.“ Martinek’in görüşüne göre olay yeri çevresindeki telekomünikasyon iletişiminin değerlendirmesindeki „diğer ceza davalarıyla isabetli bağlantılar“ ve cevaplanmayan diğer soruşturma konuları yeterince araştırılmamışlardı. Martinek Baden-Württemberg Eyalet Meclisinin meclis araştırma komisyonunda olayın gerçekleştiği dönemdeki „Sauerland“ grubuyla ilgili açıklığa kavuşturulmamış bağlantıdan ve ABD gizli servisinin bir çalışanının mevcudiyetinden de söz etti. Martinek, en azından Heilbronn kompleksinin potansiyel tanığı Florian Heilig’in olayın hemen ardından gerçekleşen ve intihar olduğu açıklanıp dosyalar arasına kaldırılan tuhaf ölümünün detaylarından da soruşturmalara yönelik eleştirisinde bir kez daha bahsetmesi gerektiğine inanıyordu. Bir savcının üçüncü şahısların sorumlululuğuna dair „makul bir şüphe“ bulunmadığı gerekçesiyle bu soruşturmaları adeta engellemiş olması, müvekkilinin şaşkınlık ve şüpheye düşmesine neden olmuştu. Martinek bunun ardından acı bir ironiyle Savcılığın olayı hemen intihar olarak rafa kaldırmasının olası motiflerini belirtti: „Soruşturma yapılmadıysa sonrasında dosyaların imha edilmesi de gerekmezdi.“
Ayrıca cinayet planının olayın birkaç hafta ya da birkaç dakika öncesinde yapılmış olmasının Beate Zschäpe’nin yargılanmasında bir rol oynamadığını, sanık Zschäpe’nin iki polis memurunun öldürülmesi kararına buna rağmen tamamen dahil olduğunu söyledi.

Martinek’in ardından, NSU tarafından 25.4.2007’de Heilbronn’da öldürülen polis memuresi Michèle
Kiesewetter’in annesini temsil eden meslektaşını temsilen müdahil avukat Stephan Gärtner mütalaada bulundu. Annenin içini kemiren soru „çocuğumu kim öldürdü ve neden?“ sorusu idi. 2011 yılında karavanda ve yangın enkazında Kiesewetter’in görev silahının ve diğer teçhizatının bulunmasıyla terör bir anda annenin çok yakınına gelmişti.

Zschäpe’nin davadaki açıklaması ve kendini „Uwelerin“ kurbanı olarak temize çıkarmak istemesi Gärtner’e göre „geride kalanlar açısından kabul edilmezdi“. Zschäpe her şeyi soğukkanlı şekilde planlayan, bencil ve kendini beğenmiş biriydi ve çok az şeye sahip olduğunu düşündüğünden istediği her şeyi elde etmeye hakkı olduğuna inanıyordu. „Tatil resimlerinin gösterdikleri açıktı – Uwe Böhnhardt gibi ırkçı ve asabi bir katille rahat bir şekilde bir arada olmak için insanın bunu istemesi gerekir.“ Gärtner ironiyle, bu açıdan bir kişilik bozukluğu teşhisine kesinlikle katıldığını, ama bunun böylesine bağımlı bir kişilik için geçerli olmadığını söyledi.

Gärtner, Almanya’da Neonazi probleminin bir Doğu Almanya problemi olduğu tezine de karşı çıktı: NSU’nun aktörlerinin hepsi Doğu Almanya’dandı. Ama eski DDR bölgesinde yaşayanların ırkçı ve ulusalcı yoldan çıkarma teşebbüslerine özel bir yatkınlıkları olduğu tezi abartılı bir tezdi. Gärtner burada Almanya’nın tamamına ait bir sorun görüyordu. NSU bağlamındaki özellikle Zwickau ve Baden-Württemberg eyaletindeki Ludwigsburg arasındaki ilişkilere, müdahil avukat Ilius’un özellikle agresif ve militan olan Dortmund Nazi camiasına yönelik açıklamalarına, muhbir Dalek’in muhbir Brandt üzerindeki Thüringen-Bavyera etkilerine de işaret etti. Soruşturma makamlarına yönelik eleştiriye ve devlet makamlarıyla genel bir hesaplaşmayaysa katılmıyordu çünkü o durumda davanın kamuoyundaki değerinin düşürülmesi tehlikesi ciddi bir şekilde ortaya çıkabilirdi. Anayasayı Koruma Dairelerine ve çok sayıda muhbire rağmen olayların açığa çıkmamasına yönelik eleştiriye katılıyordu – „O noktada nicelik yerine biraz daha nitelik iyi olurdu“- ancak Federal Savcılık, mahkeme ve meclis araştırma komisyonları muhbir problemine yoğun şekilde eğilmişlerdi. Gärtner belki de kendinin naif ve iyimser olduğunu, ama davayı hukuk devletinin büyük bir başarısı olarak gördüğünü ve mahkemenin bu dev davayı ustaca yürüttüğünü söyledi. Gärtner Zschäpe’ye dönerek Michèle Kiesewetter’in de bir DDR çocuğu olduğunu ama Zschäpe’den farklı olarak yazgısını kendi ellerine almış ve onu mutluluğuna dönüştürmüş olduğunu söyledi. „Thüringen’in gerçek temsilcisi“ oydu, Zschäpe, Mundlos ve Böhnhardt değil.

Son olarak müdahil avukat Reinhard Schön meskektaşı Eberhard Reinecke ile olan ortak mütalaalarının ilk kısmını sundu. İki avukat davada NSU’nun Köln’deki Keupstraße’de gerçekleştirdiği çivili bombalı saldırısının toplam yedi mağdurunu temsil ediyorlar. Schön ilk olarak çivili bombalı saldırısının etkilerinden ve „polis soruşturmalarıyla politikanın beceriksizliğinin“ içlerinden biri intihar etmiş olan müvekkilleri üzerindeki etkisinden bahsetti. „Polisin ihmalleri Köln Savcılığı tarafından 2008 yılında hazırlık soruşturmasının durdurulmasıyla onaylandı.“. Yabancı düşmanı bir saldırının söz konusu olması sadece spekülasyon olarak görülmüştü. Schön, Zschäpe’nin açıklamasını da konu etti. Mundlos ve Böhnhardt’ın ona nerede olduklarını söylemeden sürekli ortadan kayboldukları yönündeki iddiasıyla ilgili olarak, Stuttgart ve Hof’a gözetleme amacıyla yapılan bir yolculuğun resimlerini gösterdi. Bu resimler, içindeki fotoğrafları Zschäpe’nin de görebileceği bir kamerayla çekilmişti.

Duruşma 14:38’de sona erdi.

NSU-Nebenklage blogunun değerlendirmesi.